Ailelerde Psikolojik Travma Kavramı ve Tanımı

Kişinin maruz kaldığı olaylarla birlikte fiziksel ve ruhsal varlığı sarsılır, yara alır ve bu durum travma olarak tanımlanır. Tıp sözlüklerinde güncel haliyle travma ”bedene dış bir etmen tarafından bir zarar gelmesi” olarak tanımlanmaktadır. Otoritelere göre “Bireyin birdenbire karşılaştığı hayati tehdidi kapsayan bir olaya, yaralamaya, cinsel saldırıya, kendisinin ya da bir başkasının bedenine tehdit oluşturan bir duruma maruz kalması travma” olarak tanımlanmaktadır. Yaşanılan travmadan sonra kişi çaresizlik ve korkunun üst seviyeleri ile karşı karşıya kalır. Karşılaşılan tehdide uygun tepki verilmediğinde ise travmatizasyon meydana gelir.

Ailelerde Psikolojik Travma Kavramı ve Tanımı

Travma kişiden kişiye göre değişiklik göstermektedir; bir kişide travma yaratacak bir durum başka bir kişide böyle bir etkiye sebep olmaz. Bireyin psikolojik dayanıklılığı ve travmanın ağırlığı bu etkide önemlidir. Travma çeşitli şekillerde gerçekleşebilmektedir. Travma yaratacak olaylardan bazıları savaşlar, terör olayları, maruz kalınan işkenceler, doğal afetler, trafik kazaları ve çatışmalarken bazıları ise; istismarın her türlüsü, tecavüzler, sevilen birisinin ölümü, hapis, tanık olma, finansal kayıplar ve tüm varlığı kaybetme, hastalıklar, gebelikte karşılaşılan olağan durumlar ve kayıplar, boşanma, engelli ebeveyni olma, yoksulluk gibi durumlardır. Toplumda her çeşit insanın ciddi boyutlarda etkilenebileceği, travmanın sebep olduğu olumsuzluklar bireyin üzerinde yaşam boyu etkisini göstermekte ve bireysel sağlığa zarar verdiği gibi, toplumsal sağlığa da zarar vermektedir.

Travmanın Tarihi

Bireyin ruhsal ve bedensel varlığını farklı şekillerde sarsan, inciten ve kişiyi yaralayan yaşantılar, durumlar “travma” olarak adlandırılmaktadır. ”Travma” kavramı 19. ve 20. yüzyılın ortalarına doğru yalnızca fiziksel travmaları ifade ederken kullanılmıştır. 19. yy’da yalnızca psikanalitik literatürde fiziksel örselenme dışındaki anlamıyla kullanılmıştır. Güncel tıp kaynaklarında travma “bedene dış etkenler tarafından zarar gelmesi” olarak ifade edilmektedir. 19. yüzyıl ve öncesi incelendiğinde ise kişi travma yaşantısından sonra psikolojik sorunlar yaşıyorsa bu sorunların deneyimlenen travmadan kaynaklı olmadığı, kişinin zihinsel hastalığı olduğu düşünülmüştür. Eğer bir kişide psikolojik sorun var ise bu kişinin kendisiyle alakalıdır ya da biyolojik kaynaklı bir sorundur; yani sorun ne olursa olsun kişinin kendisinden kaynaklıdır diye düşünülmekteydi.

Sağlıklı mental yapıya sahip bireyler önemli düzeyde strese maruz kaldıklarında, zorluklar yaşasalar bile bir süre sonra normale dönecekleri düşünülmekteydi. 1870 yılından önceki zamanlarda stresli yaşam olaylarının bireyin üzerinde kalıcı psikiyatrik sorunlara sebep olmadığı düşünülürken, Fransa- Prusya savaşından dönen askerlerin çeşitli psikiyatrik problemler yaşamaları uzmanların dikkatini çekmiştir ve bu rahatsızlıkları “travmatik nevroz” olarak tanımlamışlardır. Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra aslında “bomba şoku” gibi terimler ile travmanın bireyin üzerindeki etkilerine değinilmiş ancak travmaya sebep olan yaşam olayları üzerinde fazla durulmamıştır ve yalnızca bireyin psikolojik problemlerini etkileyen bir faktör olarak düşünülmüştür. Fransız nörolog Jean-Martin Charcot travmanın psikolojik rahatsızlıklara sebep olduğuna dair araştırma yapan ilk kişidir ve bu araştırmaları histeri hastaları üzerinde gerçekleştirmiştir.

Travmanın bireyin psikolojisine etkisinin günlük yaşamda incelenmesine, 1970’li yıllarda kadınların aile içinde maruz kaldıkları şiddeti önlemek ve erkekler ile aynı sosyal haklara sahip olmaları için ayaklanmaları ile başlanmıştır. “Mahremiyet değeri” adı altında kadının günlük yaşamdaki şartları açığa vurulmamaktaydı. Kadınların cinsel yaşamları ve aile içindeki yaşantıları hakkında konuşmaları aşağılanmalarına, ciddiye alınmamalarına ve suçlanmalarına sebep oluyordu. Bu sebeplerle de kadınlar utanç ve korku ile sessiz kalmak durumunda bırakılıyordu ve bu zorunlu susturulma cinsel ve ev içi şiddete sebep oluyordu. 1970 yılından önce, kadınların sosyal yaşamlarındaki durumuna önem verilmemiştir ve travma yaşantısından sonra oluşan psikiyatrik bozuklukların günlük yaşamda yalnızca erkeklerde görülebileceği düşünülmüştür. 1970 yılı öncesinde kadınların sosyal yaşamdaki varlığı kabul görmemiş ve  kadınların da

Travma Sonrası Stres Bozukluğu (TSSB) yaşayabileceği düşünülmemiştir. Ancak, 1970 yılından sonra başlayan feminist hareketi ile Ulusal Akıl Sağlığı Enstitüsü’nde kadınlarda taciz, tecavüz ve aile içi şiddet araştırmaları başlatıldı. Travmaya maruz kalmış kadınlarla yapılan araştırmalar gösterdi ki: Freud’un yıllar önce fantezi diye nitelendirdiği cinsel şiddet çok büyük boyutlardaydı. Yapılan araştırmalara göre; dört kadından birisinin tecavüz travma yaşantısı ve her üç kadından birisinde de çocukluk çağı cinsel istismar yaşantısı mevcuttur. Kadınlara uygulanan cinsel şiddetin çok büyük boyutlarda olduğu ve bu şiddetin uzun yıllarca gizlendiği tespit edilmiştir. Cinsel şiddet araştırmaları gibi ev içindeki şiddet ve çocukluk çağı cinsel tacizin psikolojik boyutlarını araştıran çalışmalar da gösteriyor ki ev içinde şiddete maruz kalan bireylerde de travma sonrası psikiyatrik rahatsızlıklar saptanmaktadır.

Çocukluk Çağı Travmaları

18 yaş altındaki çocukların yaşadığı istismar, ihmal ve diğer yandan da deneyimledikleri göç, anne-baba boşanması, anne-baba ölümü, şiddete tanık olmaları, kaza yaşamaları ya da tanıklıkları ve doğal afete maruz kalmaları çocukluk çağı travması olarak adlandırılmaktadır. Çocukluk çağı travmaları ihmal ve istismar olarak iki başlık altında incelenmektedir. Bir yetişkinin çocuğun fiziksel, zihinsel, sosyal ve duygusal büyümesini engelleyecek zararlı davranışlarda bulunması istismar; çocuğun bakım vereni tarafından beslenme, korunma, bakım gibi gerekliliklerinin karşılanmaması da ihmal olarak tanımlanmaktadır. İhmal ve istismar kavramları ihmalin pasif, istismarın ise aktif olması ile birbirinden ayrılmaktadır.

Çocuklukta maruz kalınan travma, bireyin hem çocukluğunu hem de yetişkinliğini etkilemektedir. Dünya’da çocukluk çağı travma vakalarının oldukça fazla olduğu görülmektedir. Sıklığı ülkeden ülkeye farklılık gösterse de, çocukluk çağı travmasına her toplumda, sosyo-ekonomik seviyede ve etnik gruplarda rastlanmaktadır. Ancak, çocuk ihmal ve istismarının görülme oranı, çocuklar ile duygusal yakınlık kurma alışkanlıkları olan ve çocukları kültürel emanetlerinin sahibi ve bunları nesilden nesile taşıyacak kişiler olarak gören toplumlarda daha düşüktür. Ülkemizde çocukluk çağında maruz kalınan ihmal ve istismarın yaygın olduğu belirtilmiştir. Türkiye’de 7-14 yaşları arasında çocuğun yaşadığı evlerde yapılan çalışmalarda çocukların %43’üne fiziksel, %53’üne ise sözel şiddet uygulandığı saptanmıştır.

Diğer yandan, bireyin beyin gelişimi çocukluk çağında maruz kaldığı travmalardan dolayı etkilenmektedir. Yapılan çalışmalar gösteriyor ki, çocukluk döneminde kişinin karşılaştığı kötü muameleler beyinde yer alan beyin lobları olarak da bilinen kortikol gelişimini olumsuz etkilemektedir. Travma yaşantısı olan bireylerin sol beyin lobunun sağ beyin lobundan anlamlı düzeyde daha küçük olduğu bulunmuştur. Diğer yandan, çocukluk çağında yaşanılan travmatik tecrübelerin, bireyin yetişkinliğinde öfke, depresyon, obsesif kompulsif bozukluklar, fiziksel şiddet (kendisine) ve intihar, TSSB gibi ruhsal bozukluklar yaşamasıyla ilişkisi olduğu tespit edilmiştir. Cinsel istismara maruz kalan bireylerde rastlanan diğer rahatsızlıklar ise; alkol-madde bağımlılığı, kişilik bozuklukları, yemek bozuklukları, en yoğun olanı ise bulimia nevrozadır.

Yapılan bir araştırma gösteriyor ki çocuklara, tüm çocuklukları boyunca bildikleri, çevresinde olan ve güvendikleri insanlar şiddet uygulamaktadırlar. Aynı zamanda araştırmalara göre, yetişkinler her dört çocuktan üçüne bakım verirken disiplin vermek amacıyla şiddet uygulamaktadırlar. Diğer yandan, tüm dünya genelinde yapılan bu araştırmada 1 yaş bebeklere de disiplin uygulaması amacıyla şiddet uygulandığı belirtilmiştir (UNICEF, 2017). Kişiler çocukluklarında ev içinde şiddete maruz kaldıklarında, şiddeti bir çözüm aracı olarak benimsemeyi öğreneceklerdir. Kendi ebeveynliklerinde de şiddet uygulayan, travmatize eden kişiler haline dönüşme ihtimalleri yüksektir. Bir araştırmaya göre, çocukluk döneminde fiziksel şiddet yaşantısı olan anneler, kendi çocuklarına fiziksel şiddet uygulamaktadırlar. Çocukluk döneminde deneyimlenen travmanın çocuk yetiştirme tutumu ile arasında anlamlı bir ilişki vardır.

Çocukluk Çağı Travması Alt Boyutları

Ailelerde Psikolojik Travma Kavramı ve Tanımı
Şekil 2.1: Çocukluk Çağı Travması Alt Boyutları

Çocukluk çağı travması 5 alt boyutta ele alınmıştır. Bu bölümde her biri açıklanacaktır:

Fiziksel istismar

Çocuk veya ergenleri, bakım verenlerinin ya da anne-babalarının kaza haricinde fiziksel olarak yaralamaları, sağlıklarına zarar verici davranışlarda bulunmaları veya böyle bir riske izin vermeleri fiziksel istismar olarak tanımlanmaktadır. Diğer bir şekilde fiziksel istismar ”çocuğun sağlığını olumsuz etkileyen ve vücutta iz bırakan lezyonların ve yaralamaların bulunması” ile de açıklanmaktadır. Çocuğa bakım vereni ya da ebeveyni tarafından bağırılması, kaza haricinde yakılması, vurulması, ısırılması gibi davranışlar fiziksel istismar çeşitleridir ve en sık uygulanan fiziksel istismar çeşidi ise çocuğun dövülmesidir. Aynı zamanda, çocuğun kulağını, saçını çekme, fiziksel olarak zarar vermek, ceza amacıyla çocuğu odaya, tuvalete kilitlemek, tek ayak üzerinde bekletmek gibi tutumlar da fiziksel istismara örnektir. Bu davranışlar dışında “Sarsılmış Bebek Sendromu” diye adlandırılmış şiddet de fiziksel istismar türü olarak ifade edilmektedir. Genellikle 9 aydan küçük bebeklerin bakım vereni ya da ebeveyni tarafından şiddetli bir şekilde sarsılması ve bu sarsılmayla da bebeğin retinal bölgesinde ve beyninde yaralanmaya, kol ve bacak bölgesi birleşme kesimlerinde ufak kırıklar oluşmasına sebep olan bir fiziksel istismar türü olarak açıklanabilir (WHO, 2002). Uygulanan bu fiziksel istismar türleri çoğunlukla anne-babanın kontrol kaybı yaşaması ya da bu uygulamaları ceza verme yöntemi olarak görmesinden kaynaklanmaktadır. Psikanalitik literatürde; kişinin bastırdığı birikmiş, yoğun, yıkıcı duyguları fiziksel olarak sinir ve stresle boşaltımının yapıldığına değinilmektedir.

Dünya Sağlık Örgütü’nün yaptığı uluslararası araştırmalar gösteriyor ki; her dört yetişkinden birisi çocukluk çağında fiziksel istismar yaşamıştır (WHO, 2016). Yapılan bir diğer uluslararası meta- analiz çalışmasında ise çocukluk çağında fiziksel istismar görülme oranı %22.6 olarak saptanmıştır. Diğer yandan, Türkiye’de yapılmış çalışmalar gösteriyor ki fiziksel istismar yaygınlık oranı %43’tür. Stoltenborgh ve diğerleri (2013)’e göre, fiziksel şiddeti bir disiplin yöntemi olarak uygulayan toplumlarda fiziksel istismar görülme sıklığı daha fazladır.

Fiziksel istismara maruz kalmış çocuklarda çeşitli problemler görülmektedir. Örneğin; davranış bozuklukları, uyku problemleri, tikler, alt ıslatma, kekemelik, parmak emme, saldırganlık, sosyal ilişkilerde problemler, evden kaçma gibi sorunlar daha yaygın görülmektedir. Diğer yandan, yapılan bir araştırmaya göre, doğumundan sonraki 5 yıl içinde istismara maruz kalmış çocuklar suçluluk hissetme, okul bırakma, okuldan atılma, küçük yaşta çocuk sahibi olma, küçük yaşta evlenmeden hamile kalma gibi sorunlarda risk grubu içinde yer almaktadırlar. Çocukluk döneminde maruz kalınan fiziksel istismarın somatizasyon, depresyon ve kaygı bozukluğu semptomları ile ilişkili olduğu saptanmıştır. Ek olarak da, çocukluk döneminde fiziksel istismar geçmişi olan bireylerin yetişkinliklerinde öfke seviyelerinin ve suça yatkınlıklarının yüksek olduğu bulunmuştur.

Duygusal istismar

18 yaş altındaki çocuğa psikolojik olarak zarar veren, sevmeme, aşağılama, alay etme, dışlama, suçlama, baskı hissettirmek, tehdit etmek gibi davranışları uygulamak duygusal istismar olarak tanımlanmaktadır. Bireye yalnızca duygusal istismar uygulanabildiği gibi, diğer istismar türleri ile birlikte de rastlanmaktadır. Aynı zamanda, duygusal istismar ”saklı yaralar bırakan istismar” olarak da bilinmektedir; çünkü duygusal istismara maruz kalan çocuklarda öz güvensizlik, zayıf kendilik algısı, çekinme, zayıf sosyal ilişkiler, bağımlılığa eğilim, intihar ve yıkıcı davranışlar görülmektedir. Günümüzde fiziksel ve cinsel istismar olaylarının üzerinde daha fazla durulmaktadır ve bu sebeple duygusal istismara diğer istismarlardan daha fazla önem verilmektedir. Bu durum da duygusal istismarın bireyin üzerindeki olumsuz etkilerinin olduğunun düşünülmemesine sebep olmaktadır. Duygusal istismar çok yaygındır ancak tespit edilmesi ve kanıtlanması diğer istismar türlerine göre daha zordur. Ancak yine de görülme sıklığına dair çalışmalar yapılmıştır. Yapılan bir meta-analizde, çocuklara uygulanan duygusal istismar yaygınlığının %36.3 olduğu tespit edilmiştir. Türkiye’deki bir araştırmaya göre ise duygusal istismar yaygınlığı %51 olarak bulunmuştur. Diğer yandan uluslararası çalışmalara göre, duygusal istismar tiplerinden en yaygın görüleni %75-80 oranla çocuğa bağırmaktır.

Çocuğuna karşı aşırı koruyucu ebeveyn tutumu sergileyen bir anne, çocuğuna karşı otoriter olan, sorumluluk almasına izin vermeyen baskıcı bir baba, toplumsal kurumlar tarafından çocuk ve ergenlerin suçlanması gibi durumlar duygusal istismarın gündelik yaşamdaki örneklerindendir. Avrupa ülkelerinde yapılmış çalışmalara göre, çocukların %29’u duygusal istismara, %22.9’u fiziksel istismara ve %9.6’sı ise cinsel istismara maruz kalmıştır (WHO, 2016). Çocuk istismarı ve aile içi şiddet üzerine yapılmış bir araştırma gösteriyor ki, Türkiye’de son bir yılda 7 ile 18 yaşları arasındaki çocukların %51’i duygusal, %43’ü fiziksel ve %3’ü cinsel istismara maruz kalmıştır. Ek olarak, 7-18 yaşları arasındaki çocukların %56’sı fiziksel istismara, %49’u duygusal istismara ve %10’u cinsel istismara tanıklık etmiştir (UNICEF, 2010). Çocuklarının davranışlarından dolayı sinirlenen ebeveynlerin %74’ü çocuklarına duygusal istismar, %23’ü ise fiziksel istismar uygulamaktadır.

Duygusal istismar da diğer istismar türleri gibi bireye oldukça zarar vermektedir ve bireyin yaşadığı çoğu problemle de ilişkilidir. Çocukluk çağı travması yaşayan çocuklar, hayatlarının sonraki döneminde tekrarlayan düşüncelerin ve yeniden canlandırmaların eşlik ettiği Travma Sonrası Stres Bozukluğu yaşamaya daha eğilimli olmaktadırlar. Aynı zamanda duygusal istismara maruz kalan çocuklar duygularını açığa vurmakta ve diğerlerinin duygularını doğru olarak yorumlamakta zorlanırlar. Çocukluk çağı istismarı, yalnızlık ve yetişkin psikolojisi arasındaki ilişkiyi inceleyen çalışmalar gösteriyor ki, çocukluk istismarı bireyde psikolojik sorunlara ve psikopatolojiye sebep olmaktadır aynı zamanda etkisi yetişkinlikte de devam etmektedir.

Cinsel istismar

Cinsel istismar yetişkin bir bireyin cinsel ihtiyaçlarını karşılamak için ve zevk almak için çocukları kullanmasıdır. Başka bir tanım ile açıklanacak olursa da; cinsel istismar, çocuğun kendisinden en az 6 yaş büyük olan birisi tarafından cinsel haz almak için çocuktan faydalanılması veya faydalanılmasına neden olunmasıdır. Pornografi, teşhircilik, genital bölgeye dokunulması ve tecavüz gibi tüm davranışlar cinsel istismar olarak kabul edilmektedir. Davranışın cinsel istismar olarak nitelendirilmesinde çocuğun rızasının olup olmaması bir kriter değildir. Fiziksel dokunma olsa da olmasa da cinsel istismardan söz edilebilir. Çocuk ile cinsellik temalı konuşulması, çocuğun yanında istismar eden kişinin kendi cinsel organına dokunması veya göstermesi, çocuğun giyinik değilken izlenmesi fiziksel dokunma olmadan yapılan cinsel istismarken, istismarcı tarafından çocuğun genital bölgelerine dokunulması veya çocuğun kendi özel bölgelerine dokunmasının sağlanması ise fiziksel temas ile yapılan cinsel istismardır.

Çocuklara uzun zamanlardan beri cinsel istismar uygulanmasına rağmen, çocukluk cinsel istismarına son zamanlarda çocuk sağlığı problemi olarak bakılmaya başlanmıştır. 1970 yılından sonra cinsel istismar vakalarının duyulmasının artışı ile çocuklara uygulanan cinsel istismarın ciddiyeti anlaşılmıştır. Sonraki yıllarda ise İngiltere ve Kanada’da benzer şekilde çocuk istismarı üzerinde durulmuştur. Son zamanlarda ise Doğu ülkelerinden benzer yayınlara rastlanmaktadır. Çocukluk çağı cinsel istismarı çok yaygın olmasına rağmen, genellikle saklandığı ve kolay bir şekilde tespit edilemediği için istatistiksel oranı oldukça farklıdır. Dünya genelinde çocukluk cinsel istismarı ile ilgili yapılmış çalışmalara göre, kadınların %20’si ve erkeklerin % 5-10’u çocukluklarında en az bir kere cinsel istismara maruz kalmışlardır (WHO, 2014). Üniversite öğrencileri üzerinde yapılmış bir araştırmaya göre, çocukluk döneminde cinsel istismara maruz kalan kız çocuklarının oranı %26, erkek çocuklarının ise %19,8’dir. Yine dünya genelindeki çalışmalarda, kadınların beşte birinin ve erkeklerin on üçte birinin çocukluk çağı cinsel istismarına maruz kaldığı ortaya çıkmıştır (WHO, 2016).

Çalışmalar gösteriyor ki, çocukluk çağı cinsel istismarına maruz kalmış bireylerde psikolojik rahatsızlıklar görülmektedir. Çoğunlukla cinsel istismar öyküsü olan yetişkinlerde en yaygın görülen psikolojik sorun ”travma sonrası stres bozukluğu” dur. Diğer yandan çocukluk çağında travmaya uğramış çocuklarda travma sonrası stres bozukluğu, öz kıyım, alt ıslatma, uyum problemleri görülmektedir.

Fiziksel ihmal

18 yaşından küçük çocuk ya da ergenin yeterli düzeyde beslenememesi, giydirme, temizlik veya bakım konusunda mahrum bırakılmasıyla çocuğa zarar verilmesi fiziksel ihmal olarak tanımlanmaktadır. Ayrıca, çocuğun ebeveyni tarafından evden atılması, uygun barınma ortamının olmaması, çocuğun yıkanma gibi bakımlarının yapılmaması, çocuğun sağlık problemi yaşaması ve ailesi tarafından tedaviden mahrum bırakılması gibi sorunlar da fiziksel ihmal kapsamında değerlendirilmektedir. Çocuğu okuldan mahrum bırakıp, çocuğun okuldan gönderilmemesi de eğitime dair bir ihmaldir. İhmal değerlendirilirken kültürden kültüre göre değişiklik gösterebileceği dikkate alınmalıdır. Diğer yandan yoksulluk ile ihmalin birbirinden bağımsız değerlendirilmesi gerekebilir. Çocuklarına yararlı besinler sağlayamayan aile çocuğu ihmal etmiyor olabilir. Dünya Sağlık Örgütü (2002) açıklamasına göre, bakım verenin ya da ebeveynin çocuğun bakımını sağlayabilecek kaynağı olduğu halde çocuğun bu ihtiyaçlarının yerine getirilmemesi sonucunda fiziksel ihmalden bahsedilebilir; yoksulluk sonucunda oluşan kaynak elverişsizliği fiziksel ihmal olarak değerlendirilmez.

Ülkeler arasında değerlendirilen bir çalışma, çocukluk döneminde yapılan fiziksel ihmal oranını % 16.3 olarak tespit etmiştir. UNICEF ortaklığında yapılmış bir diğer çalışmaya göre, çocukların %25’inde duygusal ve fiziksel ihmalin içinde bulunduğu ihmal öyküsü vardır. Diğer yandan, %8 oranında çocuk yetersiz, sıcak tutmayan, bedenlerine uygun olmayan, eski, kirli giysilerinin olduğunu, %3 oranında çocuk hastalığında kimse tarafından bakılmadığını, %3 oranında çocuk ise ailesi tarafından yemek verilmediğini bildirmiştir.

Çocuğa bakım veren bireyin çocukluk çağında istismar ve ihmal yaşantısı olması, psikiyatrik bozukluklarının olması, madde kullanımı, sosyal destek yoksunluğu olması gibi durumlar fiziksel istismarın ve ihmalin risk faktörlerindendir. Fiziksel ihmale maruz kalmış çocuklarda suça yatkınlık ve saldırganlık gibi problemler sıklıkla görülmektedir. Fiziksel ihmal ve istismar yaşantısı olmayan çocuklar ile karşılaştırıldıklarında ise fiziksel ihmal yaşamış çocuklarda bilişsel problemler ve okula gönderilmeme ile oluşan soyutlanma, içe kapanıklık ve sosyal çevrede iletişim problemleri görülmektedir.

Duygusal ihmal

Diğer ihmal ve istismar türlerine göre ayırt edilmesi zor olan çocukluk çağı travma türlerinden olan duygusal ihmal ve istismar ”duygusal kötü muamele” olarak tanımlanmaktadır. Çocuğun duygusal yakınlıktan, sevgiden, bakımdan mahrum bırakılması, sosyal olarak desteklenmemesi, çocuğun davranış problemleri göstermesinin ve ev içinde olan şiddete tanık olmasının engellenmemesi, duygusal problemlerine destek verilmemesi duygusal ihmaldir.

Bir meta-analiz çalışmasına göre, çocukların %18,4’ü çocukluk çağından duygusal istismar yaşamıştır. Diğer yandan, Türkiye’de çocukların % 9’u sevilme ve ilgi ihtiyaçlarının olduğunu ancak bu ihtiyaçlarının karşılanamadığını belirtmişlerdir. Ayrıca yapılan bir çalışmaya göre, psikolojik rahatsızlığı olan kişilerin % 81,6’sının çocukluk çağı duygusal ihmal yaşantısı mevcuttur.

Damla Soylu | Psikiyatrist

İlgili Makaleler

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir