Aşk Hakkında Bilimsel Çalışmalar ve Deneyler

Aşk Hakkında Bilimsel Çalışmalar ve Deneyler | Yıllık 3 milyar dolara yakın değere sahip online flört pazarında, potansiyel çiftler arasında mükemmel bir eşleşme yaratmak için kimyayı kullamaya çalışıyorlar.
Bazı kesimler tarafından çekicilikte büyük rol  oynadığına inanılan feromon testi ile gerçek aşka giden yolu vaat ediyorlar.

Aşk Hakkında Bilimsel Çalışmalar ve Deneyler

Üç gece boyunca aynı kıyafetlerle uyuyan adaylar, bu kıyafetleri numaralandırılmış poşetlere koyarlar. Erkekler ve kadınlar plastik torbalara doldurulmuş kıyafetleri koklarlar. Hoşlarına gidecek olan kıyafeti seçebilir, isterlerse fotoğrafını çekebilirler.

Daha sonra numaralarıyla duvara yansıtılanlar arasından kıyafetin sahibine ulaşmak kendi seçimleri.

Kokuyla ruh ikizi bulunurmu | Aşk Hakkında Bilimsel Çalışmalar ve Deneyler

Kokuyla ruh ikizi bulunurmu
Kokuyla ruh ikizi bulunurmu

1986 yılındaki bir çalışmada, insan feromonlarının varlığının keşfedildiği ve insan terinde görüldüğü iddia edildi.

Hepsinde olmasa da kimi insanlarda vomeronazal organ bulunduğu açıklandı. Bu organ hepimizde bulunmasa, sahip olanlarda çalışmasa bile kokuya dair yayımlanan sonuçlar  parfüm endüstrisinde yükselişe neden oldu.

Evrimsel psikolog Robin Dunbar aşk bilimi adlı kitabında, koku alma şeklimizin, gerçekte kim olduğumuzu  belirten en önemli işaretlerden biri olduğunu açıkladı.

Aromanız kişisel kimyasal imzanızdır. | Aşk Hakkında Bilimsel Çalışmalar ve Deneyler

Aromanız kişisel kimyasal imzanızdır.
Aromanız kişisel kimyasal imzanızdır.

Köpek gibi canlılara kıyasla koku alma duyumuz çok gelişmiş olmasa da hayatımızda önemli yer edindiği de bir gerçek.
Yeni doğan bebekler ve anneleri doğumdan sonraki uzun saatler  birbirlerini koklayarak tanıyabilirler, ki birçok canlıda da bu duruma rastlamak mümkün.
Koyun ve keçiler yeni doğan yavrularını  24 saat içinde koklayarak tanımayı öğrenirler.
Sonraki günlerde sadece o yavruların emmesine izin verirler. Aynı şekilde yavrularda anne olarak tanıdıklarını emmeyi.
Kokumuz bağışıklık sistemimizle aynı genler grubu büyük doku uygunluk kompleksi genleri (MHC) tarafından belirlenir.
Bu gen kompleksi, her yeni nesilde yeni bağışıklık kompleksleri üreten mutasyona duyarlıdır.

Bu, muhtemelen kendileri de sürekli genetik değişim geçiren bakteri ve virüslere karşı ilk savunma hattımızdır.
Bağışıklık sistemi genlerimiz, karşı karşıya olduğumuz sürekli değişen biyolojik tehditleri izleme çabası içinde, neredeyse virüs genleri kadar değiştirilebilir şekilde gelişti.
Kokuya duyarlı olma bakımından kadınların  erkeklerden çok daha hassas olduğu görülüyor.

Sadece kokuyla çocuklarını teşhis etmekte  oldukça başarılı olmaları bunun bir göstergesidir.
Bununla birlikte, bu konuda mükemmel olduğumuz ve görme duyumuzdan daha fazla kullandığımız söylenemez.
Doğru kişiyi belirledikten sonra koku, uyarılmada kadınlarda daha fazla rol oynamaktadır.
Belki de kadınlar eş seçiminde erkeklerin görselliğe verdiği değeri kokuya veriyordur.
Kadınların yakınlaşması ve kişisel olması gerekiyor.

Anket temelli bir çalışmada, kadınların hem yemek,  çiçek gibi cinsel olmayan bir dizi içerikte hem de cinsel uyarılma ve sevgili seçiminde kokuyu görsel ipuçlarından daha önemli olarak değerlendirdikleri görüldü.

Erkekler açısından özellikle cinsel bağlamlarda  ve sevgili seçiminde görsel ipuçları çok daha önemliydi. Küçük çaplı bir çalışmada, erkeklerin yumurtlama dönemindeki kadınlara  daha fazla ilgi duyduğu açıklandı.
Erkeklerin yumurtlamanın ne zaman gerçekleştiğini tespit edebildiği ya da başka bir deyişle, yumurtlama döneminde kadınların erkekleri yaklaşmaya ikna etmek için koku sinyallerini kullandıkları sonucu açıklandı.

Testosteronun doğal bir yan ürünü olarak  oluşan steroid ailesinden androstenol, erkeklerin doğal olarak sahip olduğu hafif misk kokusundan sorumludur ve yer mantarının bileşenlerinden biridir.

Birine androstenol sıkılan kabinlerden hangisine  gireceklerini tercih etmeleri istenen deneyde, erkekler androstenol sıkılan kabinlerden kaçındı.
Kadınlar androstenol sıkılan kabinleri tercih ettiler.
Testosteron’un farklı bir ürünü olan ve  karaciğerde üretilen ürün kullanımında iki cinsiyet de herhangi bir tercih göstermedi.
Bu deneyin güncellenmiş bir versiyonunda, bir buluşma etkinliğinde kadınların üst dudaklarına farklı bir steroid uygulandı.
Erkekler her zil çaldığında masa değiştirme  suretiyle her masada beş dakika geçirdi.
Ürün uygulanan kadınlar uygulanmayan kadınlara oranla, buluşma etkinliğinde tanıştıkları erkekleri daha çekici buldular.
Aynı zamanda onları tekrar görmek isteme olasılıkları da önemli ölçüde daha fazlaydı.
Burun spreyi yoluyla oksitosin verilen ve oksitosin dışında aynı bileşenleri içeren  sprey sıkılan iki grupla bir çalışma gerçekleştirildi.
Yarısı kadın yarısı erkek yaklaşık 80 ifadesiz resme bakmaları istendi.
Oksitosin spreyi uygulananlar kontrol grubuna  oranla yüzleri daha güvenilir ve çekici buldular.
Bu tarz çalışmalar feromonların aşkta kilit rol oynadığını düşünenlere dayanak noktaları olmuştur.
Yanlış anlaşıldığını düşünen teorileri inceleyecek olursak.
Koku duyusu, bir insana ne kadar ilgi duyabileceğimizi söyler.
Partner seçimi söz konusu olduğunda kokular görünüş kadar önemlidir.
Hepimiz ilk görüşte aşk hakkında bir şeyler duymuşuzdur ama ilk nefeste kimsenin aşktan bahsettiğini duymayız.
Tüm feromon türlerinin farklı fiziksel veya duygusal etkileri vardır.

Hayvanlar onları tanımada çok daha yeteneklidir; çünkü bunun için özel bir organları vardır.
Beynin bu kimyasal mesajları yorumlayan kısmı  hem insan hem de hayvanda hipotalamustur.

Beynimizin bu küçük kısmı, cinsel davranışımız da dahil olmak üzere, vücudumuzun duygularımızı yönetmekten  sorumlu kısmı olan limbik sistemin çoğunu kapsar.

Bu, kokunun fark ettirmeden nasıl hoş bir duygu uyandırdığını açıklar.

Bununla birlikte, erkekler ve kadınlar bu uyaranlara farklı tepkiler verirler.

Kadın hipotalamusu genellikle testosterona tepki verirken, erkek hipotalamusu östrojene.

Feromonlar çevremizdeki insanları algılama  şeklimiz üzerinde bir etkiye sahiptir, ancak onlara ilgi duymamızın ana nedeni bu  değildir.

Nitekim bağışıklık sistemlerini oluşturan büyük doku uygunluk kompleksi genleri nedeniyle kişinin aromasına ilgi duyuyoruz.

Bu elementlerin vücudumuzda bir araya gelme şekli, hastalıklara karşı ne kadar dirençli olduğumuzu belirler.

Ve biz kendimizden farklı bir konfigürasyona  sahip partnerler aramaya programlandık.

Diğer insanların gen kompleksini kokularıyla algılar ve sahip olduğumuz gen kompleksine zıt olanlara ilgi duyduğumuzu hissederiz.

Çünkü üreme durumunda daha sağlam bir bağışıklık sistemi olan çocuklara sahip olunur.

Bir grup kadının erkek kıyafetlerini kokladığı çalışmada, hayvanlar aleminde olduğu gibi, bağışıklık sistemi kendilerinden farklı olan erkeklerin kıyafetleri seçildi.

Yine İsviçreli araştırmacı Claus Wedekind, bir grup erkek ve kız öğrenciyle doğal kokularını  etkileyebilecek hiçbir şey tüketmeyecekleri iki gece boyunca düz pamuklu tişörtler giydirdiği bir çalışma gerçekleştirdi.

Ardından öğrencilerin koklaması için tişörtleri farklı kutulara yerleştirdi ve yoğunluk, hoşluk, seksilik terimleriyle ilişkilendirmelerini istedi.

Sonuçlar en sevilen kokuların, daha önce analiz edilen, farklı uygunluk kompleksi genlerine sahip kişiler olduğunu gösterdi.

İngilterede bir flört şirketi bir kişinin feromonlarını  belirlemek için genetik test kullanır.
Bir bakıma genlerin uyumluluk derecesine bakılır.
İnsanların, muhtemelen iyi bir kimyaya sahip olabilecekleri biriyle randevu ayarlamaya çalışabileceklerini düşünüyorlar.
Tükürük numunesi alınarak feromonlarla ilgili genler incelenir.
Bu bilgi, uyumluluk derecelendirmesinde kullanılır.

Vücut kokusu ve cinsel çekicilikle ilgili farklı bir hipotez, kişinin bağışıklık sisteminin çekici olarak algıladığı şeyi etkilediği ve aynı zamanda kendi vücut kokusunun  tüm kişisel bakım ürünlerini eksi olarak etkilediğidir.

Kişinin kokusunu olumlu açıdan etkileyen kombinasyon, şampuan, deodorant, yumuşatıcı, oda parfümü gibi günlük yaşantımızda etkileşimde bulunduğumuz kokulu ürünlerdir.

Bir kişinin kokusu benzersiz olsa da nihai kokuyu etkileyen birçok faktör var.
Bu faktörlerin sonucu ve bağışıklık sisteminizin rolü birlikte ele alındığında, çekicilik için daha açıklanabilir bir temel elde edersiniz.
Kadınların yumurtlama döngüsünün farklı noktalarında koku algısının değiştiğini savunan görüşün de yanlış olduğu belirtiliyor.
Bu dönemde kadının koku algısının değişmesinin  tersine farklı bir koku yayıldığı üzerine.
Duruma şu açıdan bakıldığında, vomeronazal oragana sahip ya da çeciliklerinde koku rolü bulunan canlıların her bir türünde muhtemelen aynı kimyasal kombinasyon salınıyordur.
Tek bir tür olarak biz insanlar ise farklı kokulara duyarlıyız.
Kimimiz gül sever kimimiz lavanta, tütün kokusu seven bile var.

Bilim dünyasında yaygın görüş, insan feromonlarının kısmen ekonomi tarafından yönlendirilen bir efsane olduğudur. İnsanlarda vomeronazal organ bulunmadığı koku alma sistemi aracılığıyla kokuları algıladığımız ve algılanabilen kokular çekici gelebilir ya da gelmeyebilir.

Feromon, kozmetik dünyasında memeliler üzerinde  gerçekleştirilen yanlış anlaşılmış araştırmalardan ortaya çıktı. Pazarlanan maddelerin insan feromonu gibi davrandığına  dair iddiaları destekleyen kanıtlar yetersizdir.

Aşk nedir? | Aşk Hakkında Bilimsel Çalışmalar ve Deneyler

Genellikle aşk içi kullanılan tanım; bir duygu, enerji, kalplerde hissedilen ruhani bir şey. Kimine göre coşku o kişinin yanında olma ihtiyacı kişiye duyulan derin bir bağ, kimine göre bir nesneye, müzik parçasına olan  tutkunun ötesinde tanımlayamayacağımız.

Kimi için sadece ilahi aşk vardır.
Kimi için babaya anneye duyulan sevgi de aşktır.
Hem cinsine aşk diye tanımlayabileceğimiz derin hisler besleyebilirsin diyen bir kesim de.
Kimi için de…
♫ Yalan dostum aşk diye bir şey yok…♫

Aşk diye nitelendirilen durumlardan birini yaşadığınızda bunu bağımlılık olarak sınıflandırdıysanız, muhtemelen haklısınızdır. Bilim insanları, diğer bağımlılık türlerinde oynanan kimyasal sürecin aşık olmaktaki rolü üzerine onlarca yıl harcadılar.

Beyinde salınan romantizm, arzu, şehvet ve mutluluk  duygularının artmasına neden olan kimyasallar kokteyli. Bu kimyasalların çoğu belirli ilaçlar alındığında da açığa çıkar bu nedenle bağımlılar için bırakma dönemi çok şiddetli olabilir.

Derin bir bağınız olan eski partnerinizle ayrılığın  özellikle acı verici olmasının nedeni de budur.

Aşk, kelimenin tam anlamıyla kendi başına bir uyuşturucudur.

Genlerimizin bir parçası olan ve yetiştirilme  tarzımızdan etkilenen kimyasal bir ruh hali.

Romantik aşk, neşe ve motivasyon kaynağıdır.
Türümüzün devamı için de çok önemlidir.

Bu bağlılık olmasaydı tamamiyle faklı, daha çok kimi hayvanlar alemindeki sosyal çevrelere benzeyen bir toplumda yaşayacaktık. Aşık olduğumuzda beynimizde dolaşan kimyasallar birkaç amaca hizmet eder ve birincil hedef türümüzün devamıdır.

Yani bir anlamda aşk, canlı yaşamının devamı için ortaya çıkan kimyasal bir bağımlılık mıdır.

Aşk Türleri Aşk Aşamaları

Aşkın aşamalarını üç kategoride inceleyebiliriz;

  • Şehvet veya erotik tutku.
  • Cazibe veya romantik aşk.
  • Sevgi veya bağlanma.

Aşkın her aşamasında farklı kimyasallar söz konusudur. 

Bu üç aşama da aynı kişiyle gerçekleştiğinde çok güçlü bir bağımız olur. Ancak bazen arzuladığımız kişi aslında aşık olduğumuz kişi değildir.

Ergenlik çağında, östrojen ve testosteron  ilk kez aktif hale gelir ve çeşitli arzulara neden olur.

Bu arzular, yani şehvet, hem ergenlik döneminde hem de hayatımızın geri kalanında büyük rol oynar. Şehvet ve duygusal bağ farklı maddelerin öncelik ettiği, farklı iki durumdur. Şehvet cinsel birliktelik amacıyla evrimleşirken, aşkın çocuk bağına duyulan ihtiyaç nedeniyle geliştiği savunuldu.

Bu yüzden sevdiğimiz insana karşı sık sık şehvet duysak da kimi zaman duymayabiliriz, ve bağımız olmayan birine de şehvet duyabiliyoruz.

Psikolog John Money’e göre aşk ve şehvet arasındaki çizgi şu şekilde:

  • Aşk bel üstü, şehvet bel altı,
  • aşk şiirsel, şehvet bayağıdır.

Eş aramada çeşitli faktörler rol oynarken,  şehvet olmadan o birini asla bulamayabilirsiniz de. Şehvet çevreye bakmaktan alıkoymazken,  bizi çekiciliğe götüren romantizm arzumuzdur. İlk duygular şehvetten gelse de gelmese de devam ettiren çekimdir. Cazibe devreye girdiğinde, genellikle rasyonel düşünme yeteneğimizi kaybederiz.

En azından çekim konusu kişi söz konusu olduğunda.
Halk arasındaki deyişle aşkın gözü kör aşamasıdır bu.
Esas kişinin sahip olabileceği herhangi bir kusur görülmez.
İdealize edilir ve aklından çıkmaz.
Bu karşı konulamaz meşguliyet ve dürtü biyolojimizin bir parçasıdır.
Bu aşamada çiftler birbirlerini tanımak için uzun saatler harcarlar. Bu çekim güçlü bir şekilde devam eder ve her iki taraftan da hissedilirse, o zaman genellikle üçüncü aşamaya geçilir: bağlanma.

Buraya kadar fantezi aşk tabiri kullanılırken, bu aşamaya gerçek aşk gözüyle bakılır.
Bu aşama, birçok soruna dayanacak kadar güçlü olmalıdır.

Araştırmalar, sevdiğimiz kişiyi ne kadar idealize edersek bağlanma aşamasında ilişkinin o kadar güçlü olacağını göstermiştir.

İdealizasyonun insanları bir arada tuttuğu ve daha mutlu bir evlilik sağladığı görüldü. Söz konusu kişiye iyi bir dönüş yapılması, kişinin olduğundan daha duyarlı görülmesi meselesidir. Bunu yapanlar,  yapmayan veya yapamayanlardan daha uzun süre ilişkilerde kalma eğilimindedir.

Bu 3 kategorinin 3 ila 7  arasında  telaffuz  edilen farklı kimyasal aşamaları söz konusudur.
Bu aşamalarda farklı kimyasal salınımlar çeşitli duygular yaşatırlar.
Bunları herhangi bir sıra dahilinde yaşamanız ya da herhangi birinden başlama, tüm aşamaları  yaşama gibi bir durum söz konusu olmadığından aşkın kimyası dahilinde tek bir konu olarak alıyoruz.

Aşkın Kimyası | Aşk Hakkında Bilimsel Çalışmalar ve Deneyler

Aşk Hakkında Bilimsel Çalışmalar ve Deneyler | Hem aşık olunduğunda hem de uzun süreli ilişkilerde beyin ve vücutta çalışan birçok kimyasal vardır.

Östrojen ve testosteron, cinsel dürtülerimizde rol oynarlar. Bunlar şehveti, cinsel arzuları harekete geçiren iki kimyasaldır. Tarihsel açıdan erkek hormonu olarak düşünülen testosteron, her iki cinsiyette de bulunur ve her iki cinsiyette de  libidoyu artırmaktan sorumludur. Şehvete dahil edilen bu aşamada kısmen dopamin salınımı da sözkonusudur.

Romantik aşk başlangıcı sayılabilecek aşamada; ilk baş döndürücü his hızlı kalp atışı, cildin kızarması ve avuç içlerinin terlemesi ile karakterizedir.

Araştırmacılar, bunun vücut tarafından salınan dopamin, norepinefrin, epinefrin ve feniletilamin nedeniyle olduğunu söylüyorlar.

Dopaminin mutluluk duygusu yaratan kimyasal olduğu, norepinefrin hormonunun adrenaline benzediği, kalp atışlarını hızlandırdığı ve heyecana neden olduğu düşünülmektedir. Bu küçük dopamin vuruşları, bir aşkın başlangıcı olabilir çünkü sadece o kişinin yanında olmak iyi hissettirir.

Araştırmacı Helen Fisher’a göre; dopamin ve norepinefrin birlikte mutluluk, yoğun enerji, uykusuzluk, özlem, iştahsızlık ve odaklanmış dikkat üretiyor.

İnsan vücudu, bu aşk coşkusunu belirli koşullar karşılandığında serbest bırakır. Bu üretim süreci görsel önem nedeniyle erkeklerde daha kolaydır. Bu kimyasalların kusursuz dengesi insanın kişiliğini şekillendirebilir ilgilendikleri kişi tipini etkileyebilir.

  • Dopamin sistemleri daha aktif olanlar ödül odaklı, dürtüsel, meraklı, enerjik ve zihinsel olarak esnek olma eğilimindeydiler.
  • Bu insanlar kendilerine benzer insanlara ilgi duyuyor gibiydi.
  • Daha aktif serotonin sistemlerine sahip insanlar benzer fikirlere sahip olanlara yönelen, vicdanlı, kural tanıyan olma eğilimindeydiler.
  • Ancak iki grup ta zıtlarına yöneliyor gibiydi.
  • Analitik ve rekabetçi testosteron baskın insanlar; besleyici, empatik ve içe dönük olma eğiliminde olan yüksek östrojen ve oksitosin tiplere ilgi duyuyor.
  • Bu tezat eğilim östrojen insanlarda da görülüyor.

Yani çekim karşılıklıydı.

Araştırmacılar ayrıca, insanların fotoğraflara baktıkları sırada beyin aktivitelerini izlediler.
Aşkın gözü kör dediğimiz romantik aşk aşamasında, deneklerin bir kişiye odaklanmak için biyolojik dürtü gördüklerini açıkladılar.
Öfori, özlem ve bağımlılık durumlarıyla ilişkili dopaminin  yoğunlaştığı bölgelerde kan akışının arttığı gözlemlendi.
Yüksek dopamin seviyeleri; dikkati, kısa süreli hafızayı, hiperaktiviteyi, uykusuzluğu ve hedefe yönelik davranışı artıran norepinefrin ile de ilişkilidir.
Başka bir deyişle; bu aşk aşamasındaki çiftler dikkatle ilişkiye  ve çoğu zaman farklı çok az şeye odaklanır.
Romantik aşk aşamasında ortaya çıkan yoğun odaklanma  ve idealize edici görüşün bir başka olası açıklaması farklı bir araştırmadan geldi
Aşık insanların daha düşük serotonin seviyelerine sahip olduğu ayrıca başkalarını değerlendirme şeklimizle ilişkili sinir devrelerinin bastırıldığını keşfettiler.
Genellikle sakinlik, huzur, güven ile ilişkilendirilen serotonin baskılanması sonucu takıntılı düşünceler devreye girer, kendini kontrol etmede zorluklar yaşanır.
Bir bakıma kara sevda.

Ancak düşük serotonin bireyi partnerini bulmaya da motive edebilir. Bu düşük serotonin seviyeleri, obsesif-kompulsif  bozuklukları olan kişilerle aynıdır. Başka bir deyişle; düşük serotonin daha fazla heyecan ve ilişkinin başlangıcında oluşan gergin hisler anlamına gelir.
Serotonin arttırıcı ilaçların, obsesif kompulsif  bozukluğuna sahip insanları rahatlatmasının nedeni budur.
Bu eleştirel düşüncenin devreden çıkmasının, her şeyin toz pembe görünmesinin sebebi nedir?
Beynin duyguları işlemede, korkuyu hafifletmede, stresi azaltmada kilit rol oynayan bir parçası olan amigdala, duygular derinleştikçe etkisiz hale gelmeye başlar. Frontal korteksin etkisiz hale gelmesiyle,  eleştirel düşünme geri planda kalır. Gerçek sorunları görebilseniz bile, potansiyel partnerlerinizi idealleştirmeye başladığınız anlamına gelir.

Detaylara girmeden ve terimler kullanılmadan  basitçe açıklamak gerekirse;

Beynin duygular, kontrol, yargılama, empati kısımları altüst olur.

Bu da en zıt kişilikleri ya da tipleri bile bir araya getirebilir.

Beyin taramalarında, aşık oldukları kişilerin görüntülerini  izleyen kişilerin beyninde pasif hale gelen bölümler görülüyor.

Beynin biyolojik amaçlar için bu şekilde davranabileceğine inanılıyor.
Başka bir deyişle; muhakemenin geri planda kalması nedeniyle, çiftin bir araya gelmesi daha olası hale gelir.
Sevgi ya da bağlanma diyebileceğimiz aşamada; oksitosin, vazopressin ve endorfin önemli bir rol oynar. Bağ kurmaya yardımcı olan oksitosin, doğumdan emzirmeye kadar her şeyde kritik bir rol oynar. Cinsel aktivite, ereksiyon, boşalma, orgazm ve birçok konuda önemli bir bağlanma bileşenidir.

California Üniversitesi’ndeki araştırmacılara göre oksitosin; insanlarla sağlıklı ilişkiler, sağlıklı psikolojik sınırları sürdürme yeteneği ile ilişkili. Orgazm sırasında salınan oksitosin duygusal bir bağ başlatmaya yardımcı olur.

Ne kadar sex yaparsanız, aranızdaki bağın da o kadar güçlü olacağını söylüyorlar.

Oksitosinin sadakat konusunda da rol oynadığı gösterilmiştir.

Oksitosin uygulanan evli erkekler uygulanmayan erkeklere oranla çekici kadınlar ile aralarına daha fazla mesafe koymuştur.
Ayrıca anne- bebek bağı, doğum sırasında rahim kasılmaları ve emzirme için gerekli olan süt fışkırtma rekleksi denilen bırakma refleksi ile ilşkilidir.
Bir antidiüretik hormon olan vazopressin, uzun süreli, tek eşli ilişkilerin oluşumuyla ilişkilendirilen başka bir kimyasaldır.
Oksitosin ve vazopressinin dopamin ve norepinefrin yollarına müdahale ettiğine inanılıyor, bu da bağlanma büyüdükçe tutkulu aşkın neden azaldığını açıklayabilir.
İlk heyecanın söndüğü bu aşamada, ilişki ya da tanışmanın başlangıcında oluşan gerginlik – heyecan sonsuza kadar sürmez.
Başlangıçta coşkulu duygulara neden olan kimyasallar  bir noktada sakinleşmek zorundadır.
Enerjimizi birden fazla kişiye yaymak yerine, bir kişiye yönlendirmeye zorlayan oksitosin ve vazopressin hormonlarının yüksek seviyelerine ulaşmak için diğerlerinin pasif konuma gelmesi gerekir.

Bu, çılgınca, tutkulu aşkın solmaya başladığının  ve sevginin neden büyüdüğünün en olası açıklamasıdır.

Ancak tutkulu aşk da mutlaka tükenmek zorunda değildir.

Uzun süredir evli ve yakın zamanda aşık olmuş  bireylerin beyin taramalarının izlendiği bir çalışmada, her iki grubun da belirli beyin bölgelerinde  benzer aktivitelere rastlanmıştır.

Vücudun doğal ağrı kesicileri olan endorfinler de  uzun süreli ilişkilerde anahtar rol oynar. Rahatlamış, huzurlu ve güvende hissetmek  dahil olmak üzere genel bir refah duygusu sağlarlar. Dopamin ve norepinefrin gibi, endorfinler de  cinsel ilişki sırasında salınır; ayrıca fiziksel temas, egzersiz ve diğer  aktiviteler sırasında da salınırlar.

Kimi araştırmacıların yorumu; endorfinler uyuşturucuya benzer bir bağımlılık yaratıyor.

Aşk Hakkında Bilimsel Çalışmalar ve Deneyler | Egzersiz, korku, aşk, müzik, çikolata yeme, kahkaha, seks, orgazm sırasında yüksek endorfin seviyeleri salınır. Artan endorfin seviyeleri vücuttaki ağrıyı, azalan endorfin seviyeleri olumlu duyguları engeller.

Bu kimyasal süreci kısaca açıklayacak olursak;
Cinsel tatmin arzusundan kaynaklanan şehvet,  öncelikle hipotalamusun sağladığı seks hormonları olan  testosteron ve östrojenin üretilmesiyle harekete geçer.
Romantik aşk yakından ilişkili olsa da farklı bir şeydir,  beynin ödül sistemine bağlıdır ve yeni ilişkilerin delicesine sarhoş edici hissetirmesinin nedeni budur.
Bu aşk biçimi, hipotalamusun salgıladığı dopamin ve norepinefrin kimyasallarının neden olduğu baş döndürücü öforiye dayanır.
Ve uzun vadeli ilişkilerde ana faktör olan sevgi ise büyük ölçüde bağların kurulmasını sağlayan vazopressin ve sarılma hormonu da denilen oksitosin hormonlarından kaynaklanır.
Bu kimyasal sürece dayanarak, bölünmeler kısmen azaltılabilir.

En azından sevgi aşamasını aşk olarak nitelendireceksek, her canlıya aşık olunabileceği konusunda hemfikir olunur. Şehvet ve romantik aşk konusunda ise farklı düşünceler var olmaya devam edecektir.

İdeal Partner Şablonu

Hepimizin bilinçaltında ideal bir partner şablonu var.

Gözümüze çarpacak kişiye karar veren bu aşk haritasıdır.
Peki bu şablon nasıl oluşturulur?
Bizi ilk etapta birine aşık eden şey nedir?
Konumuz kimyasal süreç olduğundan, paranın bu konuda etkin rol alamayağını düşünüyoruz.
En azından başlangıçta.

Muhtemelen paranın satın alabileceği kadın, erkek, meta vardır, fakat aşkın kimyasının konusu değil.

Para bir seçimdir. Mantıksal tercihlerde beliren gerçektir para. Bu seçime götüren mantıktır. Aksinde kişiler arasında kimyasal bir çekim oluşturabilir mi? Kapital bir düzende parayı umursamamak mümkün değil.

Kara sevdada düşünülmeyen konu olabilir.
Fakat sonrası ya da genel olarak herkesin yüzleşeceği bir konudur.
Ancak bunun derecelendirmesi kişilik bağlamına kalır.
Asgari şartlar ya da hakimiyet, şahsiyete göre değişebilir.
Birçok araştırmacı, ebeveynlerimizi hatırlatan karşı cinsten potansiyel üyelere  gitme eğiliminde olduğumuzu düşünüyor. Hatta bazıları kendimizi hatırlatanlara ilgi duyduğumuzu keşfetti.

Psikolog David Perrett, kişinin yüzünü karşı cinsin yüzüne dönüştürdüğü dijitalleştirilmiş fotoğraflarla bir deney gerçekleştirdi.

Denekler, çekici olarak her zaman kendi yüzlerinin biçimlendirilmiş halini tercih ettiler ve kendi yüzlerinin hatlarını farkedemediler.
Çekicilik konusunda, üreme, simetri, kişisel tercihlere dayanan birçok evrimsel açıklama mevcut.
Görünüşte olduğu gibi, kişilikleri, mizah anlayışları,  sevdikleri-hoşlanmadıkları şeyler ve benzeri faktörler nedeniyle ebeveynlerimizi ya da çocukluğumuzda bize yakın insanları hatırlatan kişiler için tercihler oluşturma eğilimindeyiz.
Bir çalışma, fiziksel çekicilik algılarının dürüstlük ve yardımseverlik gibi olumlu kişilik özelliklerinden etkilendiğini adaletsizlik ve edepsizlik gibi olumsuz özellikler sergileyen kişilerin, gözlemciler için fiziksel olarak daha az çekici göründüğünü buldu.
Aşk anlarının izlendiği bir çalışmada, birbirlerinin gözlerine bakmanın muazzam bir etkisi olduğu keşfedildi.

Karşı cinsten kişilerin bir araya getirildiği  çalışmada, 90 dakika boyunca kendileriyle ilgili  samimi bilgilerin tartışılması istendi.
Daha sonra dört dakika boyunca konuşmadan  birbirlerinin gözlerine bakmaları sağlandı.
Çalışmadan sonra deneklerin çoğu,  partnerlerini çekici görmeye devam etti hatta bir çift altı ay sonra evlendi.
Kimi insanlar bir göz rengi, burun, kaş, kirpik, tarz  gibi kendi açısından etkileyici unsurlar bulabiliyor.
Genel itibariyle fetişist diye tanımlayabileceğimiz, eller, ayak bileği gibi kısımlarda bile bir hoşnutluk söz konusu olabilir.
İlk anda dikkat çeken o detaylarda kimyasal bir salınım gerçekleşebilir.

Aslında bu türden birçok unsur tartışılabilir; umusamazlık, popülerlik ya da statüye yaklaşım, ebeveynlik iç güdüsü.

İlişki Vadesi

Asıl soru bu tarz yaklaşımlar, ilgi göstermeler kimysal yapıdan kaynaklanıyor olabilir mi?

Bir çalışmada, flört aşamasındaki ilerleme hızının  genellikle ilişkinin nihai başarısını belirlediği, flört ne kadar uzun olursa, ilişkinin de  o kadar güçlü olduğu görüldü.

Araştırmalar,  tutkulu aşkın iki veya üç yıl sonra  neredeyse yok olduğunu göstermiştir.

  • Bu duygudan sorumlu kimyasallar azalır.
  • Artık kusurları görmeye başlarsınız.
  • Aslında partneriniz muhtemelen hiç değişmemiştir.
  • Siz rasyonel olarak görebiliyorsunuzdur.
  • Bu aşamada, ilişki ya dayanacak kadar güçlüdür ya da ilişki biter.

Romantik başlangıç, birbirleri hakkında sürekli olarak  yeni şeyler öğrenme eğiliminde olan çiftlerde tutku yaratır.
Zamanla kendi kendine genişleme fırsatları  azalır, gizemler biter ve tutku azalır.
İlişki ilerleyebilirse, diğer kimyasallar devreye girer.
Örneğin, endorfinler hala bir refah ve güvenlik duygusu sağlar.
Oksitosin, cinsel ilişkide salınmaya devam eder.
Tatmin ve bağlanma duyguları üretir.

Aşkta Yalnızmıyız

Vazopressin bağlanmada rol oynamaya devam etmektedir.

İnsan türü dışında kalan memelilerin yalnızca  %3’ü bizler gibi aile ilişkileri kuruyor.
Kır tarla, çayır tarla denilen vole türü fareler gibi. Tek eşli bu sadık fare türü karşı cinsten kaçınmakta aşırıya kaçar. Yavrularını çift olarak beraber yetiştirirler. Birbirleriyle saatlerce oyalanırlar.
Aynı bölgeye özgü dağ faresinin farklı şekilde davranması nedeniyle bu konuda çalışmalar gerçekleştirilmiştir. Çayır fareleri çiftleştiğinde, insanlarda olduğu gibi oksitosin ve vazopressin hormonları salınır.

İlgili Makaleler

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir