Romantik ilişkiler, ilişki doyumu, bağlanma stilleri, duygu dışavurumu kavramlarına ilişkin kuramsal açıklamalar

İnsanların fizyolojik ihtiyaçlarına benzer şekilde duygusal ihtiyaçları da bulunmakta olup çoğu zaman insanların duygusal ihtiyaçları romantik ilişki ile giderilmektedir. Romantik ilişki; duygusal bağlılığın bulunduğu, karşılıklı duyguların yaşandığı, ilişkide olunan eşin duygusal ihtiyaçlarıyla ilgilenerek bunların tatmin edildiği, paylaşıma dayalı bir dayanışma süreci olarak tanımlanabilmektedir.

Romantik ilişkiler, ilişki doyumu, bağlanma stilleri, duygu dışavurumu kavramlarına ilişkin kuramsal açıklamalar

Romantik ilişkilerin başlangıcı ve devamı pek çok özelliğe (zeka, kibarlık, fiziksel çekim vb.) bağlı olup belli aşamalardan geçerek gelişmektedir. Ancak yalnızca karşılıklı fiziksel çekimin olması ya da sosyal statünün uygun olması da romantik ilişkinin başlayacağı anlamına gelmemektedir. Bağlanma, güven, yakınlık, doyum, toplumsal cinsiyet rolleri, kıskançlık, cinsellik romantik ilişkileri etkileyen ve biçimlendiren temel özelliklerdendir.

Yaşamın bütün dönemlerinde önemli bir yeri olan romantik yakınlık; ergenlik ve genç yetişkinlik dönemlerindeyse gelişimin bir parçası olarak kabul edilmektedir. Ergenlik döneminde yaşanan romantik ilişkiler daha kısa süreli ve genelde oyun niteliğindeyken ailesinden ayrılan beliren yetişkinlik döneminde bulunan bireylerin romantik ilişkileri; daha uzun süreli, kalıcı ve gelecekteki eşi bulma amacını taşımaktadır.

Erik Erikson’a (1963) göre kişilik gelişiminin sekiz aşaması bulunmaktadır ve romantik ilişkiler açısından önemli olan evreler; “temel güvene karşı güvensizlik” ve yakınlığa karşı yalıtılmışlık”tır. “Temel güvene karşı güvensizlik” evresi yenidoğanın tamamen dış çevreye bağımlı olduğu bir dönemdir ve bakım sağlayan kişi ile kurulan ilişki bireyin temel güven duygusunu kazanmasında önemli bir rol oynamaktadır.

Bu ilk yakın ilişki çocuğun ilişkilere temel yaklaşımını belirlemektedir. Bu evrede temel güven duygusu kazanılmışsa çocuk için dünya iyi bir yer, insanlar sevecendir ve insanlarla ilişki kurmakta bir sakınca yoktur ancak temel güvensizlik duygusu gelişmişse bireyler; ilişkilerden uzak durmakta, kimseye güvenmemektedirler.

“Yakınlığa karşı yalıtılmışlık” evresindeyse kişiler evlilik ya da duygusal bağlılıkla sonuçlanması mümkün olan yakınlık geliştirebilecekleri özel ilişkiler aramaktadırlar.  Bu evrede yaşanabilecek çatışmalar çözülemediğinde bireyler yakınlığa karşı yalıtılmışlık geliştirerek duygusal olarak bağlanmaktan kaçınmakta ve yüzeysel ilişkiler yaşamaya başlamaktadırlar. Bunun sonucunda da bireyde duygusal olgunlaşma gelişememektedir.

Romantik ilişkilerin bireylerin fiziksel ve psikolojik sağlıkları üzerindeki etkisini açıklamak amacıyla yapılmış farklı araştırmalar bulunmaktadır. Grewen, Anderson, Girdler ve Light (2003) tarafından yürütülen çalışmada, romantik partnerin; stresin kardiyovasküler sistem üzerindeki olumsuz etkisinin önlenmesindeki rolü araştırılmıştır. Çalışmada; katılımcılar iki gruba ayrılmış; bir grup stresli durum öncesinde romantik partneri ile etkileşim kurmuş, diğer gruba ise etkileşim kurdurulmamıştır.

Sonrasında her iki gruptaki katılımcılar da stresli bir duruma (topluluk önünde konuşma yapma) maruz bırakılmışlardır. Yapılan çalışma sonucunda stresli durum öncesinde romantik partneri ile etkileşimde bulunan gruptaki kişilerin diğer gruptaki katılımcılara göre daha düşük kalp atışı ve kan basıncına sahip oldukları bulunmuş; böylece romantik partner ile kurulan etkileşimin stresli yaşam olaylarına daha düşük tepkiselliğe katkıda bulunacağı ve stresin kardiyovasküler sistem üzerindeki olumsuz etkisinin üstesinden gelinmesine yardımcı olduğunu göstermiştir. Braithwaite vd. (2010), fiziksel ve zihinsel sağlık açısından romantik ilişkisi olan ve olmayan üniversite öğrencileri arasında bir fark olup olmadığını araştırmışlardır. Araştırma sonucunda romantik ilişkisi olan bireylerin ilişkisi olmayanlara kıyasla daha iyi bir zihinsel sağlığa sahip oldukları ve daha düşük obezite değerleri aldıkları görülmüştür.

Ayrıca romantik ilişkisi olan bireylerin alkol kullanımı ile ilgili problemlerinin ilişkisi olmayan bireylere kıyasla çok daha az olduğu bulunmuştur.

Markey vd. (2007) tarafından yapılmış olan çalışmada; kişilerin, romantik partnerlerinin onların sağlıkları üzerindeki etkisine ilişkin algıları ve bu algıların ilişki kalitesi ve gerçek sağlık durumlarıyla ne derece ilişkili olduğu incelenmiştir. 105 çift (210 katılımcı) ile yürütülen çalışma sonunda; katılımcıların, romantik partnerlerini, sağlık durumları üzerinde olumlu etkileri olan kişiler olarak algıladıkları; ayrıca yemek yeme ve fiziksel aktivitede bulunma bakımından kendilerini etkileyen kişiler olduklarını düşündükleri bulunmuştur.

Ancak bir romantik partnere sahip olmak, çalışmalardan elde edilen tüm olumlu durumların yaşanması için yeterli değildir. Romantik bir ilişkide olmanın olumlu etkileri olduğu kadar olumsuz etkileri de olabilmektedir. Ancak insan yaşamında önemli ve doğrudan bir etkisi olan romantik ilişkilerin daha kaliteli yaşanabilmesi amacıyla belirtilen olumlulukların hangi koşullarda daha kolay ortaya çıktığı, hangi koşullarda olumsuzlukların en aza indirilebileceğinin araştırılması önem taşınmaktadır.

Üniversite dönemi; romantik ilişkilerin bireyin gelişiminde önemli rolünün olduğu, bilişsel, sosyal ve duygusal değişimlerin yaşandığı; yetişkinliğe ilişkin gelişimsel görevleri içeren bir süreçtir. Karşı cinsle yaşanan ilişkiler sosyal ilişkilerin önemli bir parçasını oluşturmaktadır ve sosyal ilişkilerde olduğu gibi karşı cinsle yaşanan ilişkilerde de pek çok sorun yaşanmaktadır. Romantik ilişkilerde yaşanan sorunların gelecek dönemde yaşanacak olan ilişkilere ve evlilik hayatına olumsuz etki ettiği yapılan araştırmalardan öğrenilmektedir. Üniversite döneminde yaşanan romantik ilişkiler ise kimlik gelişimini etkileyerek gelecekteki evlilik yaşamının niteliğinde önemli bir rol oynamaktadır.

İlişkilerin başlangıcında kişiler birçok problemle karşılaşabilirler ancak ilişkinin başlangıcında karşılaşılan problemler kişiler tarafından daha kolay tolere edilebilir ve problemlere daha kolay çözüm bulunabilirken ilerleyen zamanlarda bu durum daha karmaşık bir hal alarak kişilerin psikolojilerini de olumsuz yönde etkileyebilmektedir. Türkiye’de erken evlenme yaşının oldukça yüksek bir oranda olması ve evlilik öncesi çiftlerin birbirlerini tanımaları ve ilişkilerini değerlendirebilecek sürelerinin kısa olması nedenleriyle gelecek dönem ilişkilerinin ve evliliklerin daha sağlıklı olabilmesi için romantik ilişkiler konusunda çalışılması gerekmektedir.

Bağlanma Stilleri

Sevgi ve bağlanma; sağlıklı romantik ilişkileri etkileyen iki önemli faktördür.

Sağlıklı bir sevgi kişinin kendini gerçekleştirmesini sağlarken bencil olan sağlıksız sevgi ise kişinin gelişimini sekteye uğratabilmektedir. Bağlanma ilişkisi anneyle doğum öncesinden başlayıp kişinin tüm yaşamı boyunca devam eder ve romantik ilişkilerden, iş yaşantısına, dinsel tutumlardan politik inançlara kadar insanların tercihlerini belirler. Temel olarak bağlanma, bebek ile annesi ya da kendisine bakım sağlayan kişi arasındaki duygusal bir bağ olarak tanımlanmaktadır ve bebeğin kendisini güvende hissetmesini sağlamaktadır.

Bowlby (1973, 1982); anne ile bebek arasındaki bağı ve fonksiyonlarını bir model olarak öne süren ilk kişidir. Bireyin ilk ilişkisi bebeklik döneminde kendisine bakım sağlayan annesi ya da bakım veren başka bir bakıcıyla gerçekleşmektedir.

Bebeklik döneminde bakım sağlayan kişi ve bebek arasında kurulan bağlanmanın durumu, yaşamın ilerleyen dönemlerinde bağlanmanın içeriğini belirleyebilmektedir. Romantik ilişkilerin tamamı bir bağlanma süreci olarak görüldüğünde romantik ilişkilerdeki eş seçiminin bağlanma stillerinden etkilendiği söylenebilmektedir.

Yetişkinlik dönemindeki bağlanma yaşantımızın yüksek oranda romantik bağlanmayı ifade etmesi nedeniyle bağlanma süreci bebeklik-çocukluk-ergenlik ve yetişkinlik olarak ikiye ayrılabilmektedir. Yetişkinlik döneminde temel bağlanma figürü olan annenin rolü ve önemi sevgiliye ya da eşe bırakılmaktadır. Böylece sevgili veya eş annenin yerine konulmamakta ya da anne değerini kaybetmemekte yalnızca yetişkin bir kişinin yardım ve desteğe ihtiyaç duyduğunda annesinden ziyade romantik eşine ulaşmaya çabalayacağı anlamına gelmektedir. Yetişkinler, romantik eşinin yanında olması halinde bağlanma figürü yanında olan bir çocuk gibi kendilerini güvende hissederler ancak yetişkin ve çocukluk dönemi bağlanması bazı yönlerden birbirlerinden ayrılmaktadır.

Bebek ile bağlanma figürü arasındaki ilişkide bağ tek taraflıdır, bakım sağlayan kişi bebeğin istek ve ihtiyaçlarına karşı duyarlıdır. Bebeği korur ve güven duygusu hissetmesini sağlar. Yetişkinlerde ise bağlanma karşılıklıdır, romantik ilişkide bulunan her iki eş de zaman zaman bakım veren zaman zaman da bakım alan konumundadır. Bunun yanı sıra cinsel ilişkide bulunma ve ortak hedeflerin olması gibi özellikler de bulunmaktadır. Her romantik ilişki bir bağlanma sürecidir. Bu yüzden eş seçimi ve evlilik, bağlanma stillerinden etkilenmektedir. Bağlanma, kişilerin kendisinden ve karşısıdankinden beklentileri ve inançlarıyla ilgili olduğundan hem evlilik hem de evlilikten önce eş seçimi üzerinde de etkili olmaktadır.

Bağlanma teorisinin yetişkinlik dönemi romantik ilişkileri hakkında önerdikleri bakış açılarını kanıtlamak ve yetişkinlik dönemi romantik ilişkilere bağlanma teorisi ile yeni bir bakış açısı kazandırmak amacıyla yetişkin bağlanması ile ilgili ilk çalışmayı Hazan ve Shaver (1987) yürütmüştür. Romantik ilişkinin, bağlanma stillerinin farklılaşması nedeniyle insanlar tarafından farklı şekilllerde deneyimlenen bir bağlanma süreci olduğunu önermişler ve yaptıkları çalışmanın sonucunda; yetişkinlik dönemi bağlanmasında bebeklik dönemi bağlanmasında olduğu gibi üç bağlanma stili olduğunu, farklı bağlanma stilleri olan yetişkinlerin yaşadıkları romantik ilişkilerin de farklılaştığını, romantik ilişkilerdeki eşlerle olan etkileşimler ile bebeklikte birincil bakım sağlayan kişiyle olan etkileşimlerinin benzerlik taşıdığını bulmuşlardır.

Bağlanma kuramına göre; bağlanma ilişkisinin hangi yaşta kurulduğuna bakılmaksızın ilişkinin niteliğinin; bireyin bağlanma figürüne ulaşılabilirliğine ve ihtiyaç duyduğunda olumlu şekilde karşılık bulacağına güvenip güvenmemesine göre şekillendiği söylenebilmektedir. Kişiler çocukluk dönemlerinde değerli görülmüş ve ihtiyaçları karşılanmışsa bu kişiler romantik ilişkilerinde de kendilerini değerli görmektedirler. Ancak çocukluk döneminde değer görmemiş, ihtiyaçları karşılanmamış çocuklar ise yetişkinlik döneminde romantik ilişkilerinde kendilerini sevilmeye layık olmayan, değersiz kişiler olarak görmektedirler. Bütün bunlara bakarak yaşamın ilk dönemlerinde kurulan bağlanma stillerinin, kişilerin gelecek yaşantısı üzerinde, romantik ilişkinin oluşmasında ya da sürdürülmesinde önemli bir rol oynadığı söylenebilmektedir.

Bağlanma stilleri farklı modellerle açıklanmıştır.

Bu modeller,

  • Ainsworth’ün Üçlü Bağlanma Modeli,
  • Hazan ve Shaver’ın Üçlü Bağlanma Modeli ile
  • Bartholomew ve
  • Horowitz’in Dörtlü Bağlanma Modeli’dir.

Ainsworth’ün Üçlü Bağlanma Modelinde; deneysel bir çalışma ile laboratuvar ortamında bebeklerin anneden ayrılma ve birleşme anında verdikleri tepkiler kaydedilerek bağlanma durumları hakkında bilgi edinilmek istenmiş; bebeklerin verdikleri tepkiler doğrultusunda bağlanma örüntüleri değerlendirilerek güvenli, kaygılı ve kaçınan şeklinde üçlü bağlanma modeli geliştirilmiştir. Bu modele göre; güvenli bağlanan bebekler anne giderken normal düzeyde gerilim yaşarken geri dönüşte anneyi mutlu karşılarlar; kaygılı-kararsız bağlanan bebekler anne giderken aşırı bir gerilim yaşar ve ayrılamazken dönüşte anneye karşı reddedici ve öfkelidirler; kaçıngan bağlanan bebeklerse anneden ayrılırken tepkisiz sayılabilecek derecede sakinken geri dönüşte anneyi reddedici bir tutum sergilemektedirler.

Ainsworth’ün üçlü bağlanma modeli, Hazan ve Shaver tarafından yetişkin yaşamına uyarlanarak Üçlü Bağlanma Modeli oluşturulmuş, özellikle romantik ilişkilerde bağlanma araştırılarak güvenli, kararsız ve kaçınan olmak üzere yetişkinler için de üç boyutlu bir bağlanma biçimi tanımlanmıştır.

Üçlü Bağlanma Modeline göre; güvenli bağlanan yetişkinler; rahatlıkla sosyal ve yakın ilişki kurabilen, kendilerine güvenen bireylerdir; kararsız bağlanma stiline sahip yetişkinler; reddedilmek ve terk edilmekten korkan, kendilerine güvenmeyen bireylerdir; kaçınan bağlanma stiline sahip yetişkinler ise yakın ilişkilerden kaçınan, uzun süreli romantik ilişkilerde olmaya isteksiz, kendilerini açmaktan rahatsız ve sosyal açıdan baskılanan bireylerdir.

Hazan ve Shaver’in Üçlü Bağlanma Modeli; bireyin kendisinin ve başkalarının içsel çalışma modeli üzerinden geliştirilerek Bartholomew ve Horowitz (1991) tarafından Dörtlü Bağlanma Modeli oluşturulmuştur. Dörtlü Bağlanma Modelinde; güvenli, saplantılı, kayıtsız ve korkulu bağlanma şeklinde bağlanma biçimleri ortaya konmuştur.

Dörtlü Bağlanma Modeli;

Kendilik ve diğerleriyle ilgili olumlu ve olumsuz olmak üzere içsel çalışan iki kısımdan oluşmaktadır.

Güvenli bağlanma biçiminde birey değerli olduğunu düşünmekte ve sevilebileceğini hissetmekteyken aynı zamanda diğer kişilere de olumlu yaklaşmakta; güvenilir, destekleyici ve iyi niyetli olduklarını düşünmektedir (Demirel, 2018). Güvenli bağlanan kişiler ilişki içinde bulundukları kişiler ile kolayca duygusal yakınlık kurabilmekte; kolay yakınlık kurabildikleri gibi romantik ilişki içinde oldukları kişilere karşı anlayışlı ve güven veren bir yakınlık da oluşturabilmekte, böylece ilişki doyumları da yüksek olmaktadır.

Korkulu bağlanma biçiminde kişilerin duygu ve davranışları güvenli bağlanma biçiminde olduğunun tam tersidir. Korkulu bağlanma biçiminde kişiler hem kendilerini değersiz ve sevilmeye layık görmezler hem de diğer kişilere olumsuz yaklaşarak güvenilmez ve reddedici olduklarını düşünürler. Reddedilme ve terkedilme korkusu yaşamalarından dolayı yakın ilişki kurmak isteseler dahi hayal kırıklığına uğramamak için yakın ilişkiden kaçınırlar.

Kayıtsız bağlanma biçiminde kişi kendini değerli ve sevilmeye layık hissetmekteyken diğer kişilere yönelik olumsuz duygu ve düşünceleri bulunmaktadır. Kayıtsız bağlanma biçiminde kişi özerkliğe aşırı derecede önem vermekte, kendisini diğerlerinden üstün görmekte, sosyal ilişkileri gereksiz bulmakta, ilişkide olduğu kişilere güvenmemekte ve romantik ilişkide olduğu kişi ile yakınlıktan kaçınmaktadır.

Saplantılı bağlanma biçiminde kişi kendisini değerli ve sevilebilir hissetmemekteyken diğer kişilere yönelik olumlu değerlendirmeleri vardır. Saplantılı bağlanma biçiminde kişilerin ilişkilerinden gerçekçi olmayan beklentileri vardır ve sevildiklerinden emin olmamaları ve her zaman şüphe duymaları nedeniyle ilişkileri konusunda takıntılıdırlar.

Bir ilişki için en çok tercih edilen eşin güvenli bağlanma stiline sahip birey olduğu söylenebilmekteyken yapılan araştırmalar neticesinde; sanılanın aksine herkesin güvenli bağlanan bir eş seçmediği, eş seçiminde geçmişteki düşünce ve inançlarını onaylayacak eşleri seçme eğiliminde oldukları belirtilmektedir. Yani kişinin geçmişte bağlanma figürüyle olan ilişkisi neticesinde dünyanın güvenilmez bir yer olduğuna, kendisinin sevilmeye değer olmadığına ilişkin bir inanç geliştirmişse romantik ilişkileri de genelde bu inancı destekleyecek şekilde olacaktır. Örneğin, geçmişte bağlanma figürüyle ilişkisi neticesinde dünyanın güvenilmez ve kendisinin sevilmeye değer olmadığına ilişkin bir inancı varsa kendisine güven veren ve sevilmeye değer olduğunu düşündüren eşi değil, inancını onaylayacak güvenilmez ve ona değer vermeyen kişiyi eş olarak seçecektir.

Duygu Dışavurumu

Gross ve John (1995) duyguyu; bireylerin çevrelerinde gelişen olaylara ve imkanlara uygun tepkiler göstermelerine yardım eden tecrübeler olarak tanımlamaktadır. Duygular, bireylerin içinde bulundukları ruhsal durumlarını yansıtmaktadır. İnsanların davranışlarının arka planında duyguların önemli bir rol oynadığı düşünüldüğünde, davranışlar üzerinde etkin rol oynayan duyguların sağlıklı ifade edilmesi de bir problem olarak ortaya çıkmaktadır. Çünkü bireyin tüm ilişkilerinde ve iletişiminde duyguların belli bir misyonu vardır. Bütün duygular insan kişiliğinin bir parçasını oluşturmaktayken duyguların sağlıklı ifade edilmesi önem taşımaktadır ancak duyguların sağlıklı ifade edilmesi düşünüldüğü kadar kolay olmayabilmektedir. İnsanların duygularını sağlıklı ifade edememesi kişilerin psikolojik ve fizyolojik sağlığı üzerinde olumsuz etkiler yapabilmektedir.

İnsanın en önemli deneyimleri arasında olan duygular gün boyu pek çok şekilde yaşanmaktadır. “Duygu dışavurum” kavramı; yaşanan duyguların neticesinde sergilenen davranışları ifade etmekte olup farklı tanımları bulunmaktadır.

Duygu dışavurumu; bireyin yaşadığı duyguların sözel ya da sözel olmayan şekilde aktarılması olarak tanımlanabilmekte ve bireyin iç ve dış dünyası arasında ilişkiyi sağlamaktadır. Bir duygunun deneyimlenmesi, bunun farkına varılması ve ifade edilmesi duygusal sürecin bileşenleridir. Duygunun dışavurumu üzerinde pek çok faktör (kişilik özellikleri, kültür, sosyal normlar vb.) etkili olmaktadır.

Duygusal deneyimler sonrasında duygular farklı şekillerde dışa vurulabilmekte ancak duyguların dışavurumu bireyden bireye değişebilmektedir. Örnek olarak; bir birey mutluluğunu coşkulu şekilde dışavururken, başka bir birey daha donuk davranabilmektedir. Duygular sözel olarak ifade edilebileceği gibi mimikler ya da jestler gibi sözel olmayan şekilde de dışavurulabilmektedir. Bireylerin birbirleriyle olan ilişkilerinde ve ruhsal sağlıkları üzerinde duyguların ifadesinin oldukça önemli bir rolü bulunmaktadır.

Romantik ilişkiler içinde neşeden aşağılanmaya kadar pek çok duygunun yaşanması sebebiyle duyguların çalışılması açısından zengin bir çalışma alanı sağlamaktadır. İkili ilişki içinde duyguların dışavurulması her iki eşin de ilişkiyle ilgili memnuniyet ve memnuniyetsizliğini etkileyebilemektedir.

Sevgi, şefkat, kırılganlık gibi duyguların dışavurumu ilişkide karşılıklı güven ve samimiyet hissi uyandırırken; öfke gibi duyguların dışavurumu, kötü söz ve davranışların kullanılması, hayal kırıklığı yaşatılmasıysa ilişkide memnuniyetsizliğe neden olmaktadır.

Duygu dışavurumu kişinin ihtiyaç ve isteklerini ifade etmesinin bir yoludur. İçinde bulunulan ilişkide eşler, partnerlerinin kendilerini ve iyiliklerini önemsediklerine inanırlarsa ihtiyaçlarının karşılanması için duygularını ifade etmenin doğru olacağına inanmaktadırlar. Bu durumda kişi korkusunu ifade etmesi durumunda güvenlik ve rahatlık hissedeceğini, partnerinden bu konuda destek alabileceğini düşünmekteyken, mutlu olduğunda da bu duygusunu paylaşmasının mutluluğunu arttıracağını ve bu durumun devam etmesi amacıyla partnerinin kendisini destekleyeceğini hissedebilmektedir. Dolayısıyla duyguların ifade edilmesi hem bireyin kendi isteğiyle, hem de duygusunu ifade edeceği kişinin kendisine verdiği değeri hissetmesiyle bağlantılıdır.

Bu sebeple duygu dışavurumunun sosyal etkileşimde önemli bir yerinin olduğu ve ilişkileri iyileştirdiği, dolayısıyla romantik ilişkilerde de ilişki doyumunu etkileyebileceği söylenebilmektedir.

Duygu dışavurumu ile ilgili yerli ve yabancı literatürde yapılmış çalışmalar incelendiğinde başlangıçta duygu dışavurumu kavramının daha çok klinik örneklem üzerinde çalışıldığı ancak son dönemde klinik olmayan örneklem üzerinde de çalışmaların yürütüldüğü görülmektedir.

Lavee ve Ben-Ari’nin (2004) duygu dışavurumu ve nevrotizm üzerine yaptıkları çalışmalarında nevrotizm ve duygu dışavurumu arasında anlamlı bir ilişki olduğu gözlenmiştir. 197 çift üzerinde yapılan çalışma sonucunda; nevrotizmi yüksek olan bireylerin negatif duygularını nevrotizmi düşük olanlara göre daha fazla gösterme eğiliminde oldukları görülmüştür. Ayrıca duygusal dışavurum ve evlilik kalitesi arasındaki ilişkide kadınların evlilik kalitesini algılayışlarının hem kendilerinin hem de eşlerinin duygu dışavurumuyla olumlu yönde ilişkili olduğu ancak erkeklerin algıladıkları evlilik kalitesinin ne kendilerinin ne de eşlerinin duygu dışavurumuyla bağlantılı olmadığı bulunmuştur.

Carstensen vd. (1995), çalışmalarında duygu dışavurumuyla ilgili çiftin yaşı ve evliliklerinin süresiyle bağlantılı önemli farklılıklar ortaya koymuşlardır. Yaşlı çiftlerin (daha uzun süredir evli olan) orta yaşlı çiftlere kıyasla daha az negatif ve daha fazla sıcakkanlı oldukları, çatışma çözümlerinin daha şefkatli ve daha az olumsuz olduğu bulunmuştur. Mutsuz evliliklerdeki negatif duygusal dışavurumun, yaşın ya da evlilik süresinin bir sonucu olarak zamanla azalacağı öngörülmesine rağmen araştırma bulgularına göre otuz beş yılı aşmış evliliklerde bile negatif duyguların dışavurumu ile evlilik mutsuzluğu arasındaki bağlantının güçlü olduğu görülmüştür. Kara’nın (2013) bireylerin çift uyumları ile eşlerinin davranışlarını açıklamaya yönelik yüklemeleri, kullandıkları çatışma çözme stilleri ve eşlerinin duygu dışavurum tarzları arasındaki ilişkileri incelemeyi amaçlayan çalışmasında 100 çift (200 kişi) ile çalışılmış; çift uyumunun mutluluk duygusunun dışavurumu ile pozitif; üzüntü ve öfke duygularının saldırganca dışavurumu ile negatif ilişkili olduğu görülmüştür.

Civan’ın (2011) 158 evli çift ile yürüttüğü tez çalışmasında; evlilik kalitesinin bireylerin kendi duygularını ve eşinin duygularını tanımlayabilmesi ile ilişkili olduğu bulunmuştur.

Araştırmalarda da görüldüğü gibi, çift ilişkilerinde eşlerin deneyimlediği duyguların türü, ifade edilip edilmediği, ne şekilde ifade edildiği çift uyumunu, ilişki ve evlilik doyumunu, kalitesini etkileyen, ilişkinin devamı için oldukça önem taşıyan bir faktördür.

Bağlanma Stilleri ve Duygu Dışavurumu

Bağlanma stillerinin, duyguların ifade edilmesinde önemli bir rolü olduğu bilinmektedir. Korkulu bağlananların başkalarını güvenilmez olarak görmeleri, reddedilme ve terk edilme korkusu yaşamaları sebebiyle kendilerine ait izlenimlerinin olumsuz olduğu bu nedenle duygularını ifade etme düzeylerinin yeterli olmadığı düşünülmektedir. Kayıtsız bağlanma gerçekleştirilen kişilerse çevresindekilerle yakınlık kurmaktan kaçındıklarından ve başkalarına karşı olumsuz algılar geliştirdiklerinden bu kişilere duygularını da aktarmazlar.

Güvenli bağlanan kişilerse yardım istemekten çekinmemekte, duygularını kolaylıkla ifade edebilmekte ve çevresinde bulunan kişilerle duygusal paylaşımdan zevk almaktadırlar.

Bağlanma stilleri ile duygu dışavurumları arasında ilişki olduğunu bildiren çeşitli araştırmacılar mevcuttur. Ancak yurt içinde yapılan çalışmalara bakıldığında, bu alanda literatür eksiği olduğu göze çarpmaktadır.

Bağlanma stilleri ile duygu dışavurumu arasındaki ilişki üzerine yapılan yerli ve yabancı çalışmalar incelendiğinde;

Feeney (1999), 1995 yılındaki evli olmayan çiftlerle yürüttüğü ilk çalışmasında, güvenli bağlanan kadınların öfke, üzüntü ve anksiyete duygularını, güvenli bağlanan erkeklerin ise üzüntü ve anksiyete duygularını daha az bastırdıklarını bulgulamıştır.

Feeney, 1999 yılında evli kişilerle yürüttüğü ikinci çalışmasında yine güvenli bağlanan çiftlerin öfke, anksiyete, mutluluk ve sevgi duygularını daha az kontrol altında tutma ya da bastırma

eğiliminde olduklarını bulgulamıştır.

Gül’ün (2017) çalışmasında 200 üniversite öğrencisi üzerinde bağlanma stilleri ile duygu dışavurumu arasındaki ilişki incelenmiştir. Duygu dışavurumu ile bağlanma stilleri (güvenli, kaygılı, kaçıngan) arasında anlamlı bir ilişki belirlenmemiş; literatür incelendiğinde duygu dışavurumunun bağlanma stilleriyle ilişkili olduğunu belirten çalışmalar bulunduğu bu nedenle çalışmadan elde edilen sonuçların literatürle benzerlik göstermediği; bu durumun üniversite öğrencilerinin romantik ilişkilerinin niteliği, özgüven düzeyi, kendini tanıması ve duygularının farkına varıp rahatsız edici unsurlardan uzaklaşma eğiliminde olma durumlarıyla ilişkili olabileceğinin değerlendirildiği belirtilmiştir.

Guerrero vd. (2009), 581 çifti içeren çalışmalarında; partnerlerden birinin ilişki doyumu ile diğer partnerin bağlanma tarzı ve duygusal iletişimi arasındaki ilişkileri incelemişler ve katılımcıların, partnerlerinin güvenlik açısından yüksek, küçümseme ve meşguliyet açısından düşük puan aldıklarında daha yüksek ilişki doyumu bildirdikleri görülmüştür. Kişinin ilişki doyumu ile partnerinin bağlanma stili arasındaki ilişkilerde partnerin duygularını nasıl ifade ettiğinin aracılık ettiği; katılımcıların yıkıcı iletişim kullanarak öfkelerini ifade eden partnerlerden daha az memnun olurken olumlu sosyal duygusal iletişim kullanan güvenli partnerlerden daha memnun oldukları belirlenmiştir.

Kerr vd. (2003), 346 kişiyle yürüttükleri çalışmalarında; güvenli bağlanan bireylerin en yüksek düzeyde duygusal ifade ve olumlu duygusal deneyimi bildirdikleri, güvensiz/kararsız bağlanan bireylerin de kendilerini genel ifade gücü konusunda yüksek değerlendirdikleri ancak güvenli bağlananların tersine yüksek düzeyde olumsuz duygusal deneyim bildirdikleri bulgulanmıştır. Kaçınan bağlanma stiline sahip olanların duygusal ifade ve deneyim ölçümlerinde en düşük puanı aldıkları görülürken güvensiz/kararsız grup için ilişki durumunun duygusal ifadeye aracılık edebileceğini gösteren kanıtların da bulunduğu, bir ilişkiye dahil olan kararsız bireylerin yüksek duygusal dışavurum bildirirken, ilişkisi olmayanların duygusal ifade gücünün düşük olduğu sonucuna ulaşılmıştır.

Yapılan araştırmalardan da önemi anlaşılan bağlanma ve duygu dışavurum kavramlarının; genç yetişkinlerin romantik ilişkileri ve romantik ilişki doyumu üzerindeki etkisini anlamak önem arz etmektedir. Duygu dışavurumu içsel deneyimler ile dış dünya arasında köprü görevi görmesi nedeniyle kuramsal ve pratik olarak oldukça önemlidir.

Romantik ilişkilerde kişilerin duyguları hem kendilerinin hem de eşlerinin tepkilerini ve ilişkinin niteliğini etkilemektedir.

Kişiler duygularını farkında olmadan ya da farkında olarak dışavurabilmektedirler.

Duygu dışavurumu kısmen kontrol edilebilmekte, kişi tarafından hissedilen duygunun ifade edilmesi planlanabilmektedir. Bazı insanlar duygularını sıklıkla ve sürekli ifade ederken bazıları da gizleyebilmekte yani birey bir duyguyu deneyimleyip duygusunu ifade etmeyebilmektedir. Örneğin; kimi insanlar mutlu olduklarında; duygularını yüz ifadeleri, söylemleri gibi farklı kanallarla göstermekteyken bazıları da bir tebessümle mutlu olduklarını dışavurabilir ya da hiç göstermeyebilir. Duyguların deneyimlenmesi ve ifade edilmesi duygusal sürecin bileşenleridir. Bazı duygular diğer duygulardan daha fazla ifade edilebilmektedir ya da bazı duyguların dışavurumu içinde bulunduğumuz kültür tarafından engellenebilmekte ya da onaylanabilmektedir. Duyguların dışavurumu ve bu duygu dışavurumlarının ne anlama geldiği diğer insanların bu duyguları anlamasını ve ilişkilerini düzenlenme fırsatı sunmasını sağladığı için sosyal etkileşimlerde önemlidir.

Yakın ilişkilerde bireyler birbirlerinin duygu durumlarına geri bildirim verirler.

İlişkinin gelişmesi duygu dışavurumunun da daha samimi ve özgün hale gelmesinde etkili olmaktadır. İlişkisinden doyum alan bireyler eşlerinin canını sıkacak duygu ifadelerinden kaçınabilir ya da eşlerini memnun edecek duygu ifadelerini kullanmaya çalışabilirler.

Eşlerin duygusal yeterlik düzeyine göre duygu dışavurumu süreci başarılı veya başarısız olabilmektedir.

İlişki doyumu

Hawkins’e (1968) göre; bireyin ilişkisine yönelik mutluluk ve tatmin duygularının kişisel değerlendirmesi ilişki doyumunu tanımlamaktadır. İlişkiden doyum sağlanması kişilerin mutluluğu üzerinde olumlu bir etkide bulunmaktadır. Aynı zamanda ilişkinin sürdürülebilirliği açısından da ilişki doyumu önem taşımaktadır. Çiftler romantik ilişkilerinin uzun süreli olacağı düşüncesiyle ilişkiye başlamaktadırlar ancak yaşadıkları ilişkiden doyum elde edemedikleri takdirde ilişkinin sürdürülmesi mümkün olmamaktadır. Romantik ilişkilerde kişiler ilişkiden yeterli doyum elde edemezlerse bu durum kişilerin negatif bir duyguduruma bürünmesine sebep olabilmektedir. İlişkideki doyum düzeyi pek çok faktörden etkilenmekte olup bununla birlikte ilişkiden doyum sağlanması halinde ilişkide mutluluk ve istikrar sağlanabilmektedir.

Empatik eğilim düzeyi, iletişim tarzı, bağlanma stilleri, çatışma çözme davranışları, mükemmeliyetçilik gibi değişkenler ilişki doyumunu doğrudan etkileyen faktörlerdendir. Çalışma alanında birçok değişken bulunması sebebiyle alanyazında romantik ilişkiden elde edilen doyum üzerine pek çok araştırma bulunmaktadır.

Barnes ve diğerlerinin (2007) ilişki doyumunun, ilişki stres tepkileriyle ilişkisini inceledikleri araştırmalarında; farkındalık düzeyi yüksek olan kişilerin kaygı, öfke ve düşmanlık düzeyinin düşük olduğu, yüksek farkındalık düzeyinin ilişki doyumunu arttırdığı belirlenmiştir.

Yaşları 17 ile 32 arasında değişen 274 kız, 233 erkek öğrenciden oluşan üniversite öğrencisiyle yürütülen araştırmada; cinsiyet, kaygı, kaçınma, fiziksel yakınlık ve aşırı beklenti değişkenlerinin ilişki doyumunu yordadığı, kadınların, erkeklere göre ilişki doyumlarının daha düşük düzeyde olduğu ve ilişki doyumu daha düşük olanların kaygılı ve kaçınan bağlanma stiline sahip kişiler olduğu belirtilmiştir.

20 kişinin katıldığı araştırmada; katılımcılara yönelik düzenlenen oturumlarda yedi hafta boyunca evlilik öncesi ilişki geliştirme programı uygulanmış ve neticesinde ilişki geliştirme programının ilişki doyumunu olumlu yönde etkilediği bulunmuştur.

Yapılan araştırmalar neticesinde Türkiye’de üniversite öğrencilerinin destek aradığı problemler arasında ilk sıralarda romantik ilişkilerin olduğu görülmektedir. Buradan yola çıkarak üniversitede eğitime devam eden öğrencilerin ilişki doyumunu desteklenmeye yönelik çalışmalar yapılmasına ihtiyaç olduğu çıkarımında bulunulabilmektedir.

Bağlanma Stilleri ve İlişki Doyumu

Bowlby’ye (1982) göre, bireyin bebeklik döneminde kendisine ilk bakım sağlayan kişiyle geliştirdiği bağ, yetişkinlik dönemi yakın ilişkilerinde de işlevini sürdürmektedir. Bu düşünce üzerine, Hazan ve Shaver (1987) yetişkinlik dönemindeki bağlanma ilişkilerini inceleyerek güvenli, kaygılı/kararsız ve kaçınan olmak üzere üç bağlanma stilini romantik ilişkilere uyarlanmıştır. Bartholomew ve Horowitz (1991) de, üçlü bağlanma modeline dayalı olarak güvenli, saplantılı, kayıtsız ve korkulu bağlanma olarak Dörtlü Bağlanma Modelini geliştirmişlerdir.

Buna göre; erken dönemde bireyin kendisine ilk bakım sağlayan kişi ile kurduğu ilişki bağlanma tarzını belirlemekte ve yetişkinlik dönemi yakın ilişkilerindeki bağlanma tarzında belirleyici bir rol oynamaktadır. Kişinin yetişkinlik döneminde kurduğu ilişkilerinden aldığı doyum ise bağlanma stillerinden etkilenmekte olup yakın ilişkileri de bu doğrultuda şekillenmektedir. Farklı bağlanma stillerine göre farklı ilişki özellikleri görüldüğü düşüncesinden hareketle de araştırmacılar tarafından bağlanma stilleri ve ilişki doyumu arasındaki ilişki araştırılmıştır.

Hazan ve Shaver’ın (1987) araştırmasında; güvenli bağlanan bireylerin romantik ilişkide oldukları partnerlerine güven duydukları, diğer bağlanma stillerindeki kişilere kıyasla ilişkiden daha yüksek doyum aldıkları; kaygılı-kararsız bağlanan kişilerin daha fazla duygusal dalgalanma yaşadıkları; kaçınan bağlanan kişilerinse yakın ilişki kurmakta ve romantik ilişkide olduğu partnerlerine güven duymada zorlandıkları bulunmuştur.

Feeney ve Noller’in (1991) 37 kadın ve 37 erkekle yürüttükleri çalışmalarında; güvenli bağlanma stiline sahip bireylerin pozitif ilişki özelliklerine daha fazla atıfta bulundukları, diğer bağlanma stillerine sahip bireyler ile karşılaştırıldığında en yüksek ilişki doyumuna sahip oldukları; kaçınan bağlanan bireylerin duygusal yoğunluklarının düşük olduğu ve yakın ilişki kurmakta zorlandıkları, kaygılı-kararsız bağlanma stiline sahip kişilerinse en az ilişki doyumu yaşayan grup olduğu bulunmuştur.

Simpson (1990) 144 çiftle yürüttüğü çalışmasında; bağlanma stillerinin romantik ilişki üzerindeki etkisini incelemiş olup hem erkekler hem de kadınlar için güvenli bağlananların diğer bağlanma stillerine göre daha yüksek güven duygusu ve ilişki doyumu yaşadıkları, karşılıklı bağlılığın diğer gruplara göre yüksek olduğu; kaygılı-kaçınan bireylerinse partnerlerine daha az güven duydukları ve ilişki doyumunun daha düşük olduğu bulunmuştur.

Büyükşahin’in (2006) romantik ilişkisi olan 157 kadın ve 117 erkekten oluşmak üzere toplam 271 kişiyle yürüttüğü çalışması sonucunda güvenli ve sağlantılı bağlananların kayıtsız ve korkulu bağlananlara kıyasla ilişki doyum düzeylerinin yüksek olduğu belirlenmiştir.

Beştav’ın (2007) 586 üniversite öğrencisi ile yürüttüğü çalışması sonucunda da kayıtsız, korkulu ve saplantılı bağlanma ile ilişki doyumu arasında negatif yönlü bir ilişki bulunduğu ancak güvenli bağlanma ile ilişki doyumu arasında bağlantının bulunmadığı sonucuna ulaşılmıştır. Çalışmalardan da görüldüğü gibi farklı araştırmacılar tarafından bağlanma stillerinin romantik ilişki doyumunda doğrudan ya da değişkenler aracılığıyla etkili olduğu belirtilmekteyken bazı araştırmalarda ise aksi sonuçlara ulaşılmıştır.

Duygu dışavurumu ve ilişki doyumu

Duygular, kültüre ve bireylere özgü olay ve durumlara karşı verilen tepkiler olarak tanımlanabilmektedir. Bir duygunun deneyimlenmesi, deneyimin farkına varılması ve duygunun ifade edilmesi duygusal sürecin bileşenleri olup insanların duygularını ifade ediş biçimleri ve duyguların anlamları sosyal etkileşimin de önemli bir parçasını oluşturması nedeniyle psikolojide duyguların ifadesi ve bastırılması hakkında yürütülen çalışmalar önemli bir yer tutmaktadır. Duyguların dışavurumu ile hissedilen duygular diğer insanlara ifade edildiğinden duygusunu ifade eden kişi hakkında diğer insanların izlenimlerini arttırarak kişilerin ilişkide oldukları kişilerin duygu dışavurum biçimleriyle ilgili fikir edinmesini sağlar.

Bir ilişkiyi başlatan iki kişi, kendi yaşam biçimlerinde bazı değişiklikleri göze alarak yeni etkileşim biçimleri denemeye başlarlar ve uyum sağlamaları halinde ilişkiden doyum sağlanmaya başlanır. İlişkiden alınan doyumun azalması ve bitmesiyse ayrılıklara ve boşanmalara daha fazla sebep olmaktadır. İlişkilerde yaşanan sorun ve sıkıntılar kişileri psikolojik yardım almaya iten en önemli sebeplerdendir. İnsanların bakış açıları, beklentileri, fikir ve algılayışları değişen dünya ile birlikte değişiklik göstermektedir.

Bireysellik önem kazanmakta, bireysel özgürlüklerin artması ile birlikte de ilişkilerde tamamlayıcılıktan çok haz alma önem kazanmaktadır. Bu durumda ilişkilerin başarılı şekilde sürdürülebilmesinde en önemli etkenin mutluluk, iletişim kurabilme yeteneği, görüş birliği, karşılıklı duygusal ve cinsel tatmini içeren çift uyumu olduğu söylenebilmektedir.

Duygu dışavurumu ve ilişki doyumu konusunda yurtiçi ve yurtdışında yapılmış çalışmalar bulunmaktadır. Melissa Ubando (2016), üniversite öğrencileriyle yapmış olduğu çalışmasında yüksek sözel duygusal ifadeye sahip erkeklerin daha yüksek ilişki doyumu yaşayacağı hipotezini test etmiş ancak yüksek sözel duygusal ifade bildiren erkeklerin de daha düşük ilişki memnuniyeti bildirdiği sonucuna ulaşmıştır. Ayrıca erkeklerin ilişkilerde kendi yakınlıklarına daha olumlu bir bakış açısına sahipken, kadınların kendi yakınlıklarına dair daha olumsuz bir algıya sahip oldukları ve duygusal ifade kategorisi altında, erkeklerin sözlü ve sözlü olmayan şefkat için daha yüksek oranda bildirimde bulunurken, kadınların destek için daha fazla bildirimde bulundukları sonucuna ulaşılmıştır.

Makon Fardis’in (2007) çalışmasında Montana Üniversitesinde psikoloji lisans dersi alan ve romantik ilişkisi bulunan 120 kişiye ölçek uygulanmış ve olumlu duyguların ifade edilmesinin ilişkiler için iyi olduğu, olumsuz duyguların ifade edilmesinin yalnızca toplumsal ilişkiler için iyi olduğu ancak toplumsal bir ilişkiyi sürdürmek için olumsuz duyguların yanında olumlu duyguların da ifade edilmesi gerektiği, olumsuz duyguların ifade edilmesi halinde açıklama yapılarak ilişkinin sürdürülmesine yardımcı olunabileceği, duyguların bastırılmasının iyi olmayacağı, duyguların ifadesinin, güvenli bağlanma, partnerin ifadeye açıklığı ve ilişkiye toplumsal yaklaşımla bağlantılı olduğu hipotezleri denenmiş ancak sonucunda yalnızca olumlu ve olumsuz duyguların ifadesi, toplumsal yönelim, olumsuz duygunun açıklanması ve genel duygusal ifadenin yüksek ilişki tatmini ile ilişkili olduğu, duygusal bastırma, kaygılı bağlanma ve okulda geçirilen daha fazla yılın düşük memnuniyetle ilişkili olduğu bulunmuştur.

Bireylerin çift uyumları ile eşlerinin davranışlarını açıklamaya yönelik yüklemeleri, kullandıkları çatışma çözme stilleri ve eşlerinin duygu dışavurum tarzları arasındaki ilişkileri incelemeyi hedefleyen çalışmasına, Türkiye’nin farklı şehirlerinde yaşayan (İstanbul, Aydın, Samsun, Denizli) ve araştırmaya gönüllü olarak katılmayı kabul eden 100 çift (100 kadın, 100 erkek) katılmış olup eşlerin mutluluk duygusunu dışavurumları arttıkça bireylerin çift uyumlarının arttığı; eşlerin öfke ve üzüntü duygularını saldırgan tarzda ifade etmesi durumunda çift uyumlarının azaldığı bulunmuştur.

Ümmü Seminay CAM | Aile Danışmanlığı

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir