Tükenmişlik Sendromu
Tükenmişlik Sendromu | Bugün sizlerle tükenmişlik ya da İngilizce ifadesiyle “Burn Out” meselesi üzerine konuşacağız.
Neden tükeniyoruz?
Tükenmişlik Sendromu
Neden tükenme sendromu diye bir şey yaşıyoruz?
Aslında anlaşılması çok da zor bir şey değil.
Sürekli olarak zihnimizin ulaşamadığımız bir başarı havucunun peşinde çaba göstermesinden kaynaklanan zihinsel, psikolojik ve ruhsal bir bitiş halinden bahsediyoruz tükenme sendromu derken.
Modern dönemin insanı yani bizler maalesef çok farklı işlerle aynı anda uğraşmak zorunda kalıyoruz ve çoğumuzun hayatının çoğunu geçirdiği meslekleri ve kariyerleri çok fazla talepte bulunan ortamlar çıkarıyor karşımıza ve bu taleplerin hepsini genellikle bir insanın normal bir ömür performansı ile karşılaması çok da mümkün gözükmüyor.

Hal böyle olunca ve işin içine bir de hani bu vahşi rekabet ortamı girince biz devamlı olarak ulaşılamayan bazı hedeflere ulaşmak adına hayatımızın her bir dakikasın zihnimizin her bir tabiri caizse psikolojik kuruşunu bu yolda ilerlemek, o ulaşılamayacak hedeflere doğru koşmak üzere harcamak zorunda kalıyoruz.
Bir insanın hayatında tatmini, doyumu ve mutluluğu iyi hissetme halini sağlayacak, ona katkı yapacak birçok faaliyetimizi maalesef başarı yolunda, kendimizi gerçekleştirmek yolunda, kariyerimizde ilerleme yolunda geride bırakabiliyoruz yahut ihmal edebiliyoruz.
Bu ihmaller daha sonra bize yorgun zihinler, bitmiş psikolojik yapılar ve maalesef artık parmağını bile kıpırdatamayacak halsiz bedenler olarak geri dönebiliyor.
Bu durumda birçok insan klinik olarak hastalık belirtileri de gösterebiliyor ve uzmanlar bu insanları tedavi etmek üzere yaşamlarında yapmaları gereken değişiklikler konusunda onlara yardımcı olmaya çalışıyorlar.
Ben bugün çok genel geçer olarak beynin bazı temel kurallarını sizlere hatırlatmaya ve tükenmemek için, ya da tükenmek üzereysek oradan kurtulmak için birazcık ipucu vermeye çalışacağım sizlere.
Zihnin en büyük ihtiyaçlarından bir tanesi belki garip gelecek ama durmak.
Biz maalesef modern dünyada duramayan varlıklara düşündük hele ki bir büyükşehirde yaşıyorsanız, hele ki bu ana akım kariyerlerden, mesleklerden birinin mensubuysanız.
Çok fazla şeyi sırayla yapmanız gerekiyor, bir sürü hedefi yakalamanız gerekiyor, devamlı koşturmanız gerekiyor.
Hep yetişmesi gereken işler var, bir taraftan sizin kendi özel hayatınızla ilgili meraklarınız, ilgi göstermeniz gereken şeyler, sizden ilgi bekleyen başka insanlar vs. var ama öbür taraftan da hani duygusal olarak sizi bir tarafa çeken hayatın gerçeklerinin yanında metodik olarak ilerlemeniz gereken birçok konu var.
Şimdi böyle bir ortamda zihnimizin tabiri caizse pilleri çok hızlı bir biçimde boşalıyor.
Bu pillerin en önemlilerinden bir tanesi de şu hemen alnımızın altında kalan ön beyin bölümümüzle ilgili.
Bu ön beyin bizi diğer canlılardan ayıran ve insan yapan bölüm.
Ne iş yapıyor?
Yüksek zihinsel işlevleri yönetiyor.
Mesela bunlardan bir tanesi dikkatimizi bir konudan bir konuya, sonra öbür konuya çevirmek.
Uzun süre dikkatimizi bir şey üzerine odaklamak.
Diğer insanlarla ortak çalışmalar yapabilmek, kompleks planları bir şekilde kâğıt üzerinde ya da zihnimizde dizip onları adım adım gerçekleştirebilmek gibi diğer canlıların pek bizim gibi yapamadığı işleri işte bu beyin bölgemiz yapıyor ama bu beyin bölgemizin bir sorunu var pili çok zayıf ve çok hızlı gün içerisinde biz bunun pilini tüketebiliyoruz.
Bunun dinlenmesi, bunun pillerinin tekrar doldurulabilmesi için bazı özel durumlara ihtiyacımız var.
Bu durumlardan en önemlilerinden bir tanesi de sadece durmak.
Hiçbir şey yapmadan durmak.
Zihnimize herhangi bir düşünceye, herhangi bir işe, herhangi bir duygusal soruna odaklamadan durabilmek.
Keyifle, boş bir zihinle, zihnimizin sağa sola sürüklenmesine izin vererek, keyfini çıkarabileceğimiz birkaç dakikalık bir dinlenme hatta bunu yapamıyorsak mesela hafif bir kestirme beynimize çok iyi geliyor.
Neden?
İnsan beyni özellikle de bizi diğer canlılardan farklı kılan ön beyin çok fazla sinirsel bağlantı ve sinirsel işlem yapan bölgelerden oluşuyor.
Bu çok aşırı bir enerji tüketimi demek ve bu enerji tüketimi gerçekten hani çok silindirli bir araba motoru gibi çok yakıt tüketmemize ve aynı zamanda bu motorun çok fazla atık üretmesine sebep oluyor.
Hani nasıl ki o spor arabalarda arkada koca egzozlar görürsünüz.
Niye vardır onlar? Motordan çıkan işte gazların dışarı atılabilmesi içindir.
Hakikaten bizim zihnimizin yönetim merkezi olan beynimiz de çok aktif bir yer.
Hem çok çabuk yoruluyor hem de çok fazla atık üretiyor.
Bu dinlenme anları biraz onun temizlenmesi, toparlanması fazla ve gereksiz bağlantıların budanıp yeni ve gerekli bağlantıların sağlamlaşması için gereken onarım süreçleri açısından bu dinlenme ve durma anları bizim için çok çok önemli.
İnsan zihni hiçbir şeye konsantre olmadığında ve tamamen serbest olarak kaldığında özel bir moda geçiyor buna default mode network ya da varsayılan durum şebekesi adını veriyoruz sinir biliminde.
Bu ilginç bir şekilde karşımıza çıkıyor beyin görüntülemelerinde.
Hiçbir şey yapmayan insanların beyinleri bir şeye odaklanıp çalıştıkları duruma göre birazcık daha fazla çalışıyor.
Daha çok yer faaliyet gösteriyor.
Bu ilginç.
Çünkü biz çalışan beynin daha çok odaklandığını düşünürüz ama çalışmayan beyin normalde bir işi yaparken kullanılan bölgelerini sustururken oraları tatile alırken diğer beyin bölgelerinin daha çok çalışmasına yol açıyor ve bu aslında gerçek hayatımızda çok bildiğimiz bir şeyin de alt yapısını oluşturuyor.
Belki günlerce, haftalarca, belki de aylarca üzerine kafa yorduğumuz ve bir türlü çözemediğimiz bir problemi genellikle dururken, tuvaletteyken, otobüs beklerken ya da uyumak üzereyken aniden çözebiliyoruz.
Zihnimizde çözüm bir anda ortaya çıkıveriyor.
Bu tip ani ve beliren çözümlerin hangi durumlarda ortaya çıktığını araştırdığımızda genellikle böyle içe doğan çözümlerin bu default mode network ya da varsayılan durum şebekesinin aktif olduğu hallerde ortaya çıktığını fark ediyor araştırıcılar.
Bir başka deyişle hayatımızda devamlı koşturarak bir takım sorunları çözmeye çalışıyoruz ama bazen sorunların çözümü hiçbir şey yapmadığımız zaman bize geliyor.
Çünkü beynimizin bu dinlenme anlarına, bu toparlanma anlarına, bu arşivleme çalışmalarını yapmaya özel bir ihtiyacı var.
Bizim bu varsayılan durum şebekesi durumu aynı zamanda beynin işte hafıza sistemlerinin falan düzenlendiği, arşivlerin bir elden geçirildiği özel bir zaman dilimi en azından şimdiki bilgilerimiz ışığında böyle düşünüyoruz.
Hızlıca birkaç güncel hayatta da bildiğimiz kelimenin beyinsel karşılıklarına da bakarak hani bu tükenme meselesine karşı bizi koruyabilecek ya da bizi çıkarabilecek olan konulara bir bakalım.
Birincisi biz maalesef içinde bulunduğumuz durumu kabullenmek yerine kendi zihinsel kalıplarında yaşayan bir canlıyız ve genellikle etrafımızda olan değişikliklerin ne olduğunu şöyle incelikli bir şekilde anlamaya pek zaman ayıramayıp kafamızdaki ajandaları gerçekleştirmek üzere şartları zorlamayı tercih ediyoruz.
Psikolojide kabul ve kararlılık dediğimiz bir terapi ekolü var mesela.
Bu ne yapmaya çalışıyor?
Öncelikle başımıza gelen olumsuz bir durum varsa bu yetişemediğimiz bir iş olabilir, bizi sıkıntıya sokan dışsal bir durum olabilir bu durumun genel çerçevesini anlayıp kabul etmemizi gerektiriyor.
Fakat günlük hayatta bize bir şey kabul etmemiz söylendiğinde biz bunu bir yenilgi gibi, bir teslim olma gibi algılıyoruz ama kabul aslında olan biten şeyin gerçek boyutlarını anlama ve bu anladığımız çerçeveyi belirgin ve işimize yarayacak bir şekilde kabullenmeyi gerektiriyor.
Eğer kabullenmezsek mesela hepimizin hayatını etkileyen Covid 19 salgınını düşünelim.
Biz Covid 19 salgını gerçeğini kabullenmezsek, bunu yok sayarsak ya da bunun, bunu olduğundan daha büyük, daha abartılı bir şeye zihnimizde dönüştürürsek o zaman ne olacak?
Bizim fonksiyonel davranışlarımızda problem ortaya çıkmaya başlayacak.
Artık daha az işlevsel, daha az işe yarar olmaya başlayacağız.
Pandemi ile ne tek başımıza savaşabiliriz, ne de kendimizi evlere, odalara kapatarak bundan korunabiliriz.
Öyle bir sistem yok.
Dolayısıyla ne yapmamız lazım?
Bu Covid 19 denilen hastalığı bir temel düzeyde anlamak, dünyanın durumunu anlamak ve bunu anladıktan sonra da kararlı bir şekilde belirlediğimiz yeni stratejilerle hareket etmek lazım.
Kabul konusu bu yüzden bizim kişisel hayatımızda da çok önemli.
Biz genelde zihinsel ezberlerimizin peşinde koşarken etrafımızda ne olduğuna çok fazla maalesef bakamıyoruz, buna vakit bulamıyoruz.
Bir durup bir sakinleşip mümkünse biraz bu varsayılan durum şebekesine doğru geçip etrafımızda olan, hayatımızda olan şeyleri biraz analiz edip onları gerçek halleriyle bir gözden geçirerek kabullenmemiz ve ondan sonra akıllıca strateji değişiklikleriyle hayatımızı muhtemelen bir miktar sadeleştirerek amaçlarımız doğrultusunda ilerlemeye devam etmemiz lazım.
Bunun yine çok önemli bir alt bileşeni var.
Biz günlük dilimizde çok kullanıyoruz ama ne demek olduğunu çok fazla düşünmüyoruz.
Sabır diye bir kelime çok kullanırız biz.
Sabır genellikle başa gelen kötü şeylere katlanmak anlamında kullandığımız bir terim.
Halbuki sabır geleneksel olarak da, izotorik olarak da manası pek buna yakın olmayan bir kelime.
Sabır ortamdaki durumu kabullenerek hedefe ulaşana kadar ya da o durumun şartlarını kendi lehimize çevirene kadar metodik ve akıllıca yöntemlerle çalışmaya gayret göstermeye ve ilerlemeye devam etmek anlamına gelir.
Sabır pasif bir bekleyişten ziyade aktif bir hareket halinin adıdır ve sabırlı olmak sadece oturup beklemek değil devamlı çalışma şeklinde ortaya çıkmalıdır.
Sabreden derviş muradına ermiş sözünde hiçbir derviş oturduğu yerde muradına eremez.
Lütfen bu değişimi de bu açıdan düşünerek hayatımızda gerçekten sürekli sabır gösterebiliyor muyuz?
Çünkü dış dünyanın koşullarını kendimiz üretme şansımız yok.
Onlar devamlı bizim aleyhimize çalışıyor gibi görünecekler.
Biz eğer sabit bir şekilde sabrederek zihnimizdeki, gönlümüzdeki temel hedefe doğru ilerlemeyi şiar edinirsek bu sabır ileride bize büyük ödüller olarak geri dönecektir.
Bir başka mesele motivasyon.
Biz genellikle tükenmişliği motivasyonumuzu kaybettiğimiz zaman yaşarız.
Tükenmişlik Sendromu | Çok fazla peşinden koştuğumuz şeyler bize gereken zihinsel ödülü ve doyumu sağlamadığında
artık zihnimizin bir yeri yeter der ve bu işle artık uğraşmak istemediğini söyler.
Bunun çözümü nedir?
Tabii ki zihinsel ödüllerimizi ihmal etmemek.
Maalesef günümüzde bir şeyleri başarsak bile o başarının şöyle tadını doya doya yaşayacak bir zaman dilimini bile kendimize çok görebiliyoruz.
Hemen bir başka işe atlıyoruz çünkü hayatta hedefler bitmiyor, hayatta rekabet bitmiyor, hayatta ulaşılması gereken şeyler bir türlü tükenmiyor ama bizim insan olarak şöyle bir ihtiyacımız var.
İyi bir şey yaptığımızda, güzel bir yemek yediğimizde mesela onun tadını alarak, onun tadının farkında olarak, onun bize verdiği doygunluğun keyfini yaşayarak yenen bir yemekte, hızlı hızlı bu işte çöp gıdaları atıştırarak bir şekilde bedenimizi doldurmak arasında nasıl bir fark varsa hayatımızda, iş hayatımızda, kişisel hayatımızda da aynı şey geçerli.
Eğer biz başardığımız irili ufaklı herhangi bir şeyin zihinsel ödülünü doya doya hissedemiyorsak bir süre sonra içsel bir motivasyon eksikliği yaşıyoruz.
Dolayısıyla bugün mesela hedeflediğiniz küçük bir şeyi gerçekleştirdiniz.
Mesela nedir efendim üç gündür niyet ettiğiniz gibi sabah kalkınca dişlerinizi fırçaladınız.
Bunu kutlayın efendim, bunun ödülünü yaşayın ve bu konudaki motivasyonunuzun nasıl devam edeceğini fark edin.
Eğer kendimize ödül vermeyi, kendimizi biraz şımartmayı ihmal edecek olursak bir süre sonra sistem aynen hiç takdir edilmeyen bir çocuk gibi mızmızlık yapmaya başlıyor ve son önerim belki de bu devirde, bu dönemde en zor olanlardan bir tanesi.
Diğer insanlarla ilişkimizin maalesef gittikçe uzaklaştığı her ne kadar teknoloji bizi çok yakınmış gibi bağlasa da fiziksel etkileşimin azaldığı bir dönemde tükenmişlik sendromunun en önemli nedenlerinden bir tanesi sosyal destek eksikliğidir.
Diğer insanlardan alacağımız desteğin hatta onlara verebileceğimiz desteğin bizi enerjiyle doldurduğunu, motivasyonumuzu artırdığını, yaşamımıza güç kattığını tekrar hatırlayalım.
Gerçek insanlarla, özellikle yakın çevremizdeki insanlarla dertlerimizi paylaşmak, onların dertlerine ortak olmak, onların hayatlarına pozitif katkı yapmak ve bizim hayatımıza pozitif katkılar yapabilmelerine izin vermek bir insanın bu karmaşık dünyada yalnız kalmasının önünde en büyük sigorta ve mukadder olarak birçoğumuzu belki zaman zaman etkileyecek olan bu tükenmişlik durumuna karşı da en önemli güvencelerimizden bir tanesi.
Özetle iş dünyası, kişisel dünya veya eğitim hayatı da olsa maalesef hayatımızın birçok alanı insanın fabrika ayarlarına uygun olarak tasarlanmamıştır.
Birçok olumsuz hadiseyle, çok yoğun bir gündemle, aşırı bir bilgi bombardımanıyla maalesef darmadağın durumdayız birçoğumuz.
Dolayısıyla bu sistemin içerisinden sağ çıkabilmek, bu sistemin içerisinde uygun ve verimli işlev görebilmek için biraz kendimizi tanımak, biraz kendimizle uğraşmak bence iyi bir seçenek.
Bu yüzden insanın fabrika ayarları serisine şöyle bir göz atmanızı tavsiye ediyorum.
Temel düzeyde insanın nasıl bir şey olduğunu tekrar hatırlayalım ve sonra bu hayatı bir kere yaşadığımızı ve aslında burada mutlu olmak için bulunduğumuzu tekrar hatırlayalım.
Hiçbir koşturma, hiçbir hedef ve hiçbir maddi kazanç bize tek başına mutluluğu vermeyecek.